Ragıp Karadayı

Türkiye

"Hani, senicamiye götürüp getiren kardeşlerimdenmi bahsediyorsun"

"Huzur ve saadet sarmaşık gibidir, bir yerde, bir şahısta başlar, evi sarar, sokağa yayılır, bütün dünyaya yansır." Bir gün de Hacı Babacığımdan bir telefon geldi.- Ragıp oğlum, ananla biz umreye yazıldık, haberiniz olsun, bir iki haftaya kalmaz sefere çıkarız...- Hayırdır Babacığım! "Param yok, bu sene gidemem..." diyor, üzülüyordun. Ne oldu, bir

Babacığımın, anacığımın bu öve övebitiremediği gençler kimlerdi

Babacığım bir gün adları Sedat ve Murat olan bu genç iş adamlarından bahsetti. Ben de meraklandım iyice! Babam, yine böyle bir gün bastonuna dayanarak camiye giderken, bir lüks araba yanına yaklaşıyor. "Hacı Baba nereye böyle İstersen gideceğin yere bırakalım" deyince o da; "Nereye olacak evlat, camiye gidiyorum..." cevabını veriyor. Onlar da, "Biz

Yeni geldiği mahallesinde de sevilensayılan biri olmuştu...

Fatih Karagümrük'ten ayrılmak zor gelse de bu denilen yapıldı, hayata geçirildi. O çevreye uyum da zor olmadı. Lütfü Hoca:- Müftü Bey! Herkes mesuliyetten kaçmak için aklını teslim edecek birini arıyor; aklımıza mukayyet olmamız lazım. Malumunuz akıl; muhatap, mükellef ve mes'ul olmanın, kısaca 'MÜSLÜMAN bir İNSAN' olmanın ilk şartıdır. Hani; usûl

Büyüklerimiz"Vaki olanda hayır vardır" buyurmuşlar

"Bütün sıkıntılarım geçti Müftü Bey! Güngören'deki meslektaşımın hakareti hayra vesile oldu..." Müftü Bey:- Hocam; "Kahve içelim" sözü vermiştim lakin Ali kardeşim o fırsatı bize vermemek için elinden geleni yapmıştır.- Evet, Müftü Bey! Kardeşimiz çok alakadar oldu. Kahve de, çay da ikram etti. Sizin güler yüzlü hüsn-ü kabülünüzden, tesadüfen olsa

"Hocam, adam olmanın yolu nedir"

Lütfü Hoca, Nasreddin Hoca'nın bir nüktesini anlatır: - Bir gün Hocanın da içinde bulunduğu cemaatten biri; "Hocam, adam olmanın yolu nedir" deyince; Hoca Efendi, adamın nefes almasına bile fırsat vermeden; "Canım, bunu bilmeyecek ne var, elbette KULAKTIR..." der. Fakat Hoca, arkadaşlarının "kulaktır" cevabından pek bir şey anlamadıklarını anlayınc

Hoca'nın anlattıklarını dinleyen Müftü Bey çok mahzunlaşmıştı!

Müftülük'ten çıkan adam, kendine doğru geliyordu. Yaklaştıkça aksakalı, kuru bronz yüzünün etrafında gümüş bir hâle gibi parlıyordu. Giyim kuşamı oldukça temiz ve bir o kadar da ahenk içindeydi. Yanına yaklaşınca önce talebelere döndü. "Lütfen sessiz olun!" dedi. Çocuklar, sağa sola kaçışırlarken, müftü olduğunu tahmin ettiği adam da Lütfü Hocanın

Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmıştı!..

Hiç tahammül edilecek gibi değildi!.. Bir ömür harcadığı imamlığı, hafızlığı bir anda darmadağın edilmiş; kalbi fena kırılmıştı. Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmış, âdeta canlı canlı işkenceye tabi tutulmuştu.Belki hoca efendi haklıydı, öyle de olsa bu kadarı fazlaydı. Hem yaşlı hem misafir birini insafsızca haşlamak olacak şey değil

Karagümrük camilerindeonu tanımayan kalmamıştı...

Yeni tekaüt olmuş Lütfü Hoca, çok sevdiği mesleğinden ve arkadaşlarından ayrılalı, hizmet etmede yavaşlamamıştı. Demirci körüğünde harlanmış nar bir küre gibi kızıl bulutların arkasında saklanan sabah güneşine elini siper ederek bakan Lütfü Hoca; "Haydi Bismillah! Daha fazla geç kalmayalım..." diyerek çıktı evinden. Şeffaf bir sis gibi başlayan bir

"Ben soracağımı sordum, sıra sendeFazıl Ağa!.."

Fazıl Ağa, yer yer yosun bağlamış taş duvara sırtını iyice dayayıp kuvvet aldı. Neden sonra başını kaldırdı, yaş dolu gözlerle:- O yemyeşil çayırları, mümbit toprakları yel vurdu, iyi kalpli, güler yüzlü, misafirperver insanlar, o güzelim doru taylara, yağız atlara bindi, senin peşin sıra çıkıp gittiler Hocam...- !!!- Daha fazlasını ne sen sor ne d

Sokaklar kaybolmuş, binalar harabeye dönmüştü!..

Lütfü Hoca, kendi kendine; "Artık ahir ömrüme geldim; ölmeden, şu güzel memleketi, misafirperver, o afetzede insanları, o güzel toprakları bir daha göreyim, aşını ekmeğini yediğim insanların acılarını paylaşayım, helâllik alayım, hiç olmazsa emr-i Hak vâki olunca hasretlik çekmeden şu fâni dünyadan çekip gideyim gönül rahatlığıyla..." diyerek Alman