Ragıp Karadayı

Türkiye

Hoca'nın anlattıklarını dinleyen Müftü Bey çok mahzunlaşmıştı!

Müftülük'ten çıkan adam, kendine doğru geliyordu. Yaklaştıkça aksakalı, kuru bronz yüzünün etrafında gümüş bir hâle gibi parlıyordu. Giyim kuşamı oldukça temiz ve bir o kadar da ahenk içindeydi. Yanına yaklaşınca önce talebelere döndü. "Lütfen sessiz olun!" dedi. Çocuklar, sağa sola kaçışırlarken, müftü olduğunu tahmin ettiği adam da Lütfü Hocanın

Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmıştı!..

Hiç tahammül edilecek gibi değildi!.. Bir ömür harcadığı imamlığı, hafızlığı bir anda darmadağın edilmiş; kalbi fena kırılmıştı. Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmış, âdeta canlı canlı işkenceye tabi tutulmuştu.Belki hoca efendi haklıydı, öyle de olsa bu kadarı fazlaydı. Hem yaşlı hem misafir birini insafsızca haşlamak olacak şey değil

Karagümrük camilerindeonu tanımayan kalmamıştı...

Yeni tekaüt olmuş Lütfü Hoca, çok sevdiği mesleğinden ve arkadaşlarından ayrılalı, hizmet etmede yavaşlamamıştı. Demirci körüğünde harlanmış nar bir küre gibi kızıl bulutların arkasında saklanan sabah güneşine elini siper ederek bakan Lütfü Hoca; "Haydi Bismillah! Daha fazla geç kalmayalım..." diyerek çıktı evinden. Şeffaf bir sis gibi başlayan bir

"Ben soracağımı sordum, sıra sendeFazıl Ağa!.."

Fazıl Ağa, yer yer yosun bağlamış taş duvara sırtını iyice dayayıp kuvvet aldı. Neden sonra başını kaldırdı, yaş dolu gözlerle:- O yemyeşil çayırları, mümbit toprakları yel vurdu, iyi kalpli, güler yüzlü, misafirperver insanlar, o güzelim doru taylara, yağız atlara bindi, senin peşin sıra çıkıp gittiler Hocam...- !!!- Daha fazlasını ne sen sor ne d

Sokaklar kaybolmuş, binalar harabeye dönmüştü!..

Lütfü Hoca, kendi kendine; "Artık ahir ömrüme geldim; ölmeden, şu güzel memleketi, misafirperver, o afetzede insanları, o güzel toprakları bir daha göreyim, aşını ekmeğini yediğim insanların acılarını paylaşayım, helâllik alayım, hiç olmazsa emr-i Hak vâki olunca hasretlik çekmeden şu fâni dünyadan çekip gideyim gönül rahatlığıyla..." diyerek Alman

Saçı, sakalı ağarmış, beli de iyice bükülmüştü...

Önce mahalleden ihtiyar bir teyze gelmişti elindeki yemek tepsisiyle. Sonra isminin Zehra Teyze olduğunu öğrendiğim bu garipler anasının çok iyiliğini görecektik. Hâlimizi görünce ihtiyaçlarımızı karşılayacak ne varsa evinden toplayıp getirecekti. Sonra diğer mahalleliler de yardımımıza koştu, muhabbet büyüyerek burada da zirve yaptı.Bu yardımlaşma

"Hocam bizim evi size kim gösterdi"

Üst kattaki evinden aşağı inen adam "Erzurum'un neresindensiniz" diye tekrar soruyor. Narman'dan olduklarını öğrenince kendilerinin de Horasan'ın bir köyünden olduğunu söylüyor. Soru soruyu açınca koca Bursa'da bir baba dostu hemşehrilerinin kapısını çaldıkları anlaşılıyordu."Hadi gel de bu işe tesadüf de..." diyen Lütfü Hoca ve aile efratlarını ap

Göç verenSütpınar'ın nüfusu gittikçe azalmaya başlamıştı...

Bir vakitler capcanlı hayatın, kalabalığın, gündelik koşuşturmaların olduğu; sonraları ise terk edilmiş hâlde bulunan mekânlar insana çoğunlukla hüzün ve melankoli hissiyatı verir. Terk edilmiş mekânların hafızası, oraları kolay kolay terk etmez. Gidilen her yerde tarihin derinliklerinden bugüne ulaşmış bir antik köşede ararsınız çıktığınız yerleri

Sütpınar'danbedenikopsada ruhu hep onlarla beraberdi...

Lütfü Hoca:-İşte o dostlar taş atmazlar, ola ki herhangi bir sebepten dolayı atmak mecburiyetinde kalsalar da onların attığı taş bile baş yarmaz. Dost dostun eyerlenmiş atı gibi 'Hadi gidiyoruz...' dediklerinde hiç tereddüt etmezler, yani akıllarına kötü bir şey gelmez, her şeye hazırdırlar zira...Bir ağaçta gül de biter diken de... Dikenine katlan

"Hani bu köyden çıkmayı düşünmezdin, ne oldu"

"Bundan sonra çocukların köye gelip gitmeleri zor olacağa benziyor. En iyisi biz gidelim, çocuklarımızın işlerini kolaylaştıralım." Hayriye Hanım:- Kendilerinden bir şey duymadım ama gelinin ailesi de kızlarının burada, kayınpederinin yanında kalmasını istemiyorlarmış. "Kocası nerede, hanımı da yanında olsun..." diyorlarmış.Lütfü Hoca:- Ben İstanbu