Ragıp Karadayı

Türkiye

Yemek, ziyafete dönüşmüş çaylar da demlenmişti...

Lütfü Hoca: "Askerden henüz yeni gelmiştim. Evlendirilmem düşünülüyordu. Düğün için para lazımdı..." Dıştan duyulmaz, gizli bir huzur yayılıyordu etrafa... Selâmlara mütebessim karşılık verip ıslak taşlar üzerinden kaymamaya çalışarak adımlarını sıcak odaya doğru hızlandırdı Verintap, topyekûn uyanıktı. Evlerden çeşitli sesler yükseliyordu. İhtiya

Alabildiğine lapa lapa kar yağıyordu dışarıda...

Lütfü Hoca, muhtevayı geri plana iterek bir tek görüntü veya duruma farklı düşüncelerin açtığı farklı pencerelerden bakmayı, farklı açılardan yanaşmayı beceriyordu. Bizzat yaşadıklarını söylemek gerekirse, ortaya çok cepheli ve dolayısıyla çok farklı kıssadan hisse modeli çıkıyordu. Ona göre yaşadıkları; ibret alınacak, hayat yolculuğunun sağlam r

"Hocam bu hususta imtihanımız zor! Hanımlarımız bizi affetsin..."

"Herkese bilhassa hanımlarımıza da iyiliği sayarak değil saçarak yapmalıyız ki iyi bir Müslüman olalım..." Cafer Ağa: - Hocam siz de tam bu yazılanlara uygun iş işlemişsiniz. - Elhamdülillah! Bu minvalde çok kaynak var "Allahü teâlânın farzlardan sonra en çok sevdiği iş, bir mümini sevindirmektir." "İmanı en kuvvetli olan, ahlakı en güzel ve hanı

"Dadaş emmi, ben de bu bölgenin uşağıyım..."

"İyilikler kaybolmaz Cafer Ağa. Cenâb-ı Allah'ın en sevdiği fiillerimizin başında yine onun kullarını sevindirmek var..." Osman Efendi, heyecanla askerlik hatırasını anlatıyordu: -Matarayı kaptığım gibi yine aynı hızla koşarak köye gittim. Çeşmenin başında birkaç kadın su dolduruyordu. Onları görünce rahat hareket etsinler diye sırtımı döndüm, çeş

"Azığımızı tilkiler mi, kuşlar mı aşırdı göremedik Hocam!.."

"Hocam o arkadaşlar çok haklıymış. Ben de ölsem kimseden bir şey isteyemem. Başımdan çok geçti benzer hadiseler..." Lütfü Hoca: - Yiyeceğimiz aş ekmek, içeceğimiz su buralarda olunca yapacağımız bir şey yoktu. - Âmennâ Biz de Badicivanlıyız. Arkadaşlarla istişare ettik. Dedik köyün camisinin önünde mola verelim. Hem namazımızı kılar, hem de bizim

"Nereden aklınıza geldi bize yemek göndermek Hocam"

"Güneş tepemizde... Keçesorlular müsaade isteyip evlerine gidince ben de uzaktan Kâmil Baba'nın türbesine yöneldim..." 1955 senesinin ağustos ayı... Ağır bir uykunun donakalmışlığından silkinip uyanırcasına Keçesor'da Sekili Tarlanın üzerinde ağır ağır yükselen güneş, tam tepeye çıkmıştı. Daha biraz önce, ayaklarının dibinde uzanıp giden çayı, ba

Bugün sohbet erken başladı...

Lütfü Hoca, kardeşi de gelmişken onun şahit olduğu bir hadiseyi anlatmayı planlamıştı bu akşam ziyafetinde. Soğuktan çok gözün ve özün birlikte farkına vardığı bir tefekkür ve his deryasında üşümek Üşürken sabretmek... Sonra kendine gelip, baharın, yazın kıymetini bilmek Şükretmek sağlığına, şükretmek aklına, şükretmek huzur ve saadetine Hakikaten

Kenardan temaşa etti o enfes manzarayı Lütfü Hoca...

Gözlerinin bir çift yağız atlı gibi ufuk hattına doğru gönül rahatlığıyla koşturabildiği bir yerdi Verintap... İstanbul'dan geldikten sonra aylardır bıkmadan usanmadan kendisini takip eden insanlaraydı bu muhabbet. Onlarsız kendisi bir hiçti, hakikatte ise bir mevta... Çünkü hakikat; ancak doğru insanlarla, doğru yerde, doğru şeyleri konuşmakla or

"Efe hazretleri gelip ayağınızı sığadı, sahiplendi talebesini"

"Manevi cilveler efendim. O deryaya girersek kulaç atamayız, boğulur gideriz. Efem'in bir ilahisini gecenin hediyesi olarak okuyayım..." Lütfü Hoca: - Mirze Bey çok olgun, güngörmüş, sözü, sohbeti dinlenir, vakarlı biriydi. Bütün hakikati doktora anlatıyor. Benim durumum ve tutumumdan dolayı da kaza olduğuna tam kanaat getiriyor. Mahkemelerde sürü

Büyük hadiseler böyle küçük şeylerden başlıyor zaten...

"Eğer öyle yapmasaydınız; silahlanıp gelecek bizim köyü, yaylayı basacaklar, şu veya bu şekilde intikamlarını alacaklardı..." Lütfü Hoca: - Hasan Ağa, Hasan Ağa! Siz demeyin bari! Muhtarsınız, düşün köyün önüne bu işi en kestirme yolla halledin! Bu hususta kimse masum değil, herkese vazife düşüyor, ne edip edip bu ateşleri söndürmemiz lazım; ocakl