Ragıp Karadayı

Türkiye

Saçı, sakalı ağarmış, beli de iyice bükülmüştü...

Önce mahalleden ihtiyar bir teyze gelmişti elindeki yemek tepsisiyle. Sonra isminin Zehra Teyze olduğunu öğrendiğim bu garipler anasının çok iyiliğini görecektik. Hâlimizi görünce ihtiyaçlarımızı karşılayacak ne varsa evinden toplayıp getirecekti. Sonra diğer mahalleliler de yardımımıza koştu, muhabbet büyüyerek burada da zirve yaptı.Bu yardımlaşma

"Hocam bizim evi size kim gösterdi"

Üst kattaki evinden aşağı inen adam "Erzurum'un neresindensiniz" diye tekrar soruyor. Narman'dan olduklarını öğrenince kendilerinin de Horasan'ın bir köyünden olduğunu söylüyor. Soru soruyu açınca koca Bursa'da bir baba dostu hemşehrilerinin kapısını çaldıkları anlaşılıyordu."Hadi gel de bu işe tesadüf de..." diyen Lütfü Hoca ve aile efratlarını ap

Göç verenSütpınar'ın nüfusu gittikçe azalmaya başlamıştı...

Bir vakitler capcanlı hayatın, kalabalığın, gündelik koşuşturmaların olduğu; sonraları ise terk edilmiş hâlde bulunan mekânlar insana çoğunlukla hüzün ve melankoli hissiyatı verir. Terk edilmiş mekânların hafızası, oraları kolay kolay terk etmez. Gidilen her yerde tarihin derinliklerinden bugüne ulaşmış bir antik köşede ararsınız çıktığınız yerleri

Sütpınar'danbedenikopsada ruhu hep onlarla beraberdi...

Lütfü Hoca:-İşte o dostlar taş atmazlar, ola ki herhangi bir sebepten dolayı atmak mecburiyetinde kalsalar da onların attığı taş bile baş yarmaz. Dost dostun eyerlenmiş atı gibi 'Hadi gidiyoruz...' dediklerinde hiç tereddüt etmezler, yani akıllarına kötü bir şey gelmez, her şeye hazırdırlar zira...Bir ağaçta gül de biter diken de... Dikenine katlan

"Hani bu köyden çıkmayı düşünmezdin, ne oldu"

"Bundan sonra çocukların köye gelip gitmeleri zor olacağa benziyor. En iyisi biz gidelim, çocuklarımızın işlerini kolaylaştıralım." Hayriye Hanım:- Kendilerinden bir şey duymadım ama gelinin ailesi de kızlarının burada, kayınpederinin yanında kalmasını istemiyorlarmış. "Kocası nerede, hanımı da yanında olsun..." diyorlarmış.Lütfü Hoca:- Ben İstanbu

Akşam, alaca karanlıkta evine girerken kafası dopdoluydu!..

Eğer hakikaten bilmiyorlarsa kabahat kimindi Kabahat, benim, senin, düşünebilen, "ben insanım" diyebilen herkesindi. Kusur ve kabahat, ey bu satırları heyecanla okuyan arkadaş; aynı zamanda senindir de... Sen ve ben onları, asırlardan beri bu yalçın tabiatın göbeğinde, herkesten, her şeyden ve her çeşit hayattan mahrum bir avuç zavallı hâlinde bıra

"Bilmem meramımı anlatabildim mi kıymetli komşularım.."

Lütfü Hoca:-İmâm-ı Şâfii hazretleri fetvayı şöyle vermiş: 'Kelp yoğurdu yerken görülmediği için yememiştir...'Talebelerinden biri bu fetvayı bir türlü kabullenememiş, kendi kendine; "Hiç olacak şey mi Ben bir odaya gireceğim, oradan da yüzü gözü yoğurt bulaşmış bir köpek çıkacak. Sonra bakacağım o köpeğin çıktığı yerde bir kap dolusu yoğurt var ve

Kasten yapıldıysa bu dünyada da ahirette de hesabını verir!..

Lütfü Hoca, öfkeli gençleri teskin etmeye çalışıyordu:-Bu kırlık yerindekiler Sütlü Pınar yakınında yaptırdığımız umumi tuvaletlere de en uzakta olan evler. İhtiyaç duyduklarında gidemezler, hele kışın veya gece hepten akıllarına gelmez, düşünemezler bile! Belli ki sabah namazına uyanan bir kardeşimiz, alışkanlık icabı sigarasını yakarak bu tayalar

Gençler, avazları çıktığı kadar bağırıyordu!

Biraz daha meydana çıkınca çaydan kırdaki evlere doğru elinde teneke, kova su dolduranların, kesif dumanların yükseldiği tepeye doğru koştuklarını gördü, hemen o istikamette hızlandı Lütfü Hoca...Kan ter içinde yokuşu tırmanıp taya denilen ot yığınlarının bulunduğu yamaca gelince durum da netlik kazanmıştı. Mevlit Ustanın küçük kardeşi Fazlı'nın ta

"Hoş gelmişsin delikanlı, hadi bize gidelim; misafirim ol"

Burası başka yerlere hiç benzemiyordu. İnsanları sıcakkanlı, oldukça güler yüzlüydü. "Tam yaşanılacak yer" diye düşünüyordu ki; yanına gelen tebessüm ederek iyice yaklaştı:- Hoş gelmişsin delikanlı.- Hoş bulduk amca.- Buraların garibisin galiba!- Öyle sayılmasa da bu köye ilk defa geldim.- Hadi bize gidelim; misafirim ol...- Beni tanımıyorsunuz, bi