Ragıp Karadayı

Türkiye

Kar, soğuk, uzun zamandır yürüyüş,beni iyice yormuştu

Lapa lapa kar yağışı devam ediyordu. Gri bir kubbeyi andıran dumanlı havadan dolayı birkaç metre ilerideki arabalar fark edilemiyordu.Düşe kalka geçtiğim sokaklar, öbek öbek kar yığınlarıyla kaplıydı. İstanbul İstanbul olalı herhâlde böyle bir kar yağışı görmemişti. Akşamdan sabaha kadar yağan kâr neredeyse şehri teslim almıştı. Trafik iyice şişmiş

"Bu yazdıklarım taşkın, ipesapa gelmez nefsim için!"

Küçük bir dağ köyünden çıkmış, hayatı insanları anlamaya, dünyayı tanımaya çalışırken hep örselenen bir garip olmuştum...Bütün hayâtım, gücüm kuvvetim nisbetinde hep çalışmakla, zorluklarla mücâdeleyle geçti. Ne kadar hamd ve şükretseydim de yine de azdı. Küçük bir dağ köyünden çıkmış, hayatı insanları anlamaya, dünyayı tanımaya çalışırken hep örse

DedikodularSultan Mahmud'un da kulağına giderlakin inanmaz!

"Çobanvezir"in bir âdeti varmış, her akşam ve sabah ilk geldiği kulübesine uğramadan edemezmiş... Kıskanç saraylılarhiç boş durur muSeneler seneleri kovalar, bizim çoban, öyle yetişmiş, kendini geliştirmiştir ki saymakla bitmez. Arabi, Farisi öğrenir, hesap, kitap işlerinde aranılan biri olur ve bir gün hazinelerden mesul başvezir rütbesine yükseli

"Seni sarayıma davet ediyorum"

"Sultanım ben saraylara yakışmam, kaba saba bir köylüyüm lütfen bağışlayın..."Biraz sonra taze kaynatılmış süt, peynir, un helvası, pastırma ve ekmek getirir, afiyetle yerler.Hükümdarın adamları da uzaktan bu ateşin dumanını görür, onlar da;"Sultanımız bize işaret olarak yakmıştır bu ateşi..." diye düşünerek oraya gelirler. O zamana kadar misafirin

O ne aşk, ne şevk, ne bitmez tükenmez enerjiydi öyle...

Bir gün çok yoğun çalışmış masama oturmuştum ki telefon çaldı. Telefona çıkarken her zaman dikkatli de olurdum...Bu dönemde fukaralık ve maddi sıkıntılar görmesem de gazetecilik imkânları çok farklıydı. Bir Ehl-i sünnet vel cemaatin kaptan köşkünün hemen yanı başında bulunuyordum her şeyden önce. Bu ne demekti Bunu çok iyi anlamam ve kavramam lazım

"Allahü teâlâ onun yolunu da bahtını da açık eylesin..."

"Oğlum bana niçin demiyordun ki; ben bir gazetede çalışmıyorum, bir âlimin yanında ilim, irfan öğreniyorum... Ben de o zaman rahat ederdim..."Enver abi, pederim olduğunu anlayınca da odasına davet etti babamı... Bir müddet sohbet oldu, çaylar içildi. Müsaade isteyip merdivenlerden aşağı inerken babam:"Oğlum bana niçin demiyordun ki; ben bir gazeted

Dudaklarımdan; "işte dünya bu" kelimeleri dökülüverdi...

Daha genç sayılırdım. Henüz yirmi altı yaşlarında var yok. Şaşkın ördek derler ya işte o neviden yerini bulamamış, pimi çekilmiş el bombası...Hafızamdaki kötü, karamsar dünyaları, görünmez bir elle iteleyip daha aydınlık, huzur, saadet dolu, yüzüme gülücükler dağıtan âlemlere yöneldim. Farkında olmadan rahatladım. Dudaklarımdan; "işte dünya bu" kel

"İslâmiyet'i, filmlerle anlatmanın mümkün olduğunu anladım..."

Almanya temsilcisi abimizin odalarında, dört veya beş kişi birlikte seyrettik. Abimiz pürdikkatti. Ara sıra; "Allah Allah" dediklerini duyuyorduk.Düğün olurken bir yolunu bulup Yönetim Kurulu Başkanımıza;"Efendim, en son yaptığımız evliyâ filminin VHS kopyası yanımda..." dedim, yüksek müsaadelerini alarak takdim ettim. Çok memnun oldular.Almanya te

"Sınır tanımaz" iç âlemimi anlatmam mümkün değildi

Film çekimlerimizin her birinin ayrı bir destansı hikâyesi vardı. Anlatmakla bitecek gibi değil...Gözlerim kızarmış, kulaklarım belirsiz bir uğultuyla tıkanır gibi olmuştu.Ne zaman hırslanırsam hep böyle olurdum. Karşıma bir satılmış çıksa herhâlde acımadan onu hak ettiğiyle cezalandırırdım, tereddüt etmeden. Oysa sinirlenecek, kızacak vakit değild

"Bulut ol üstümde dur, yağsan da olur yağmasan da olur..."

Korkmadım desem yalan olur ama istifimi bozmadım duâlarımı okuyup bitirene kadar önümden hızla süzülerek dereye doğru uzaklaştı. Selâm verip "seccademi sermek için bula bula bir yılan yuvasını mı buldum ne" diye söylenerek peşi sıra baktım ibretle.İnsan, nelerle karşılaşmıyor ki Böyle kısa kısa anlatmakla bitecek gibi değil.Oyuncular da tarihi kıya