Ragıp Karadayı

Türkiye

"Hep benim yüzümden ağladı zavallı"

Hanımına döndü ve "Seni anlıyorum Hayriye'm" deyip gözlerinin yaşını sildi elleriyle. Her genç ana gibi onun da hürmet görmek, sevilmek ve çocuklarını muhannete muhtaç olmadan büyütmek en tabiî hakkı değil miydi Hâlbuki o haklar şimdi ayaklar altında eziliyordu... Uçları aşağıya doğru hafifçe meyletmiş ince hassas dudakları titreye titreye ta için

Yanan soba bu kış memleketinde hayat demekti, huzur demekti...

Nereden aklına geldiyse; "Kafam ceviz kadar ama içinde sandıklara sığmayacak düşüncelerim var" dedi... O, Ezân-ı Muhammediyi okuduktan sonra insan kafasını uzatıp pencereden bir baksaydı, dışarıda kimsecikleri göremezdi. Çünkü namazını vaktinde kılmak herkesin esas meselesi hâline gelmişti. Namaza mâni bir rahatsızlığı olmayanlardan, sırf keyfi i

"Etem Baba, gözünüzden de bir şey kaçmıyor maşallah..."

"Hocam rengin değişiyor sık sık, bazen kızarıp bazen bozarıyor! Bir sıkıntın mı var" Neler akıllarına gelmiyordu ki.. İstanbul'dan yola çıkan toplar, dağların tepelerine yakın göğüslerini aşarak buralara kadar geldiklerini duymuşlardı. Şanlı ecdada Fâtihalar gönderildi, Mozo'nun yurdundan devam etti, Yurtların gölünden de Ziyaretin başına geldile

"İnsanlar, beşikten mezara kadar öğrenmeye namzettir"

"Hocam; bunca senedir gezer tozarım; bu köyde doğdum, büyüdüm, bu tepelere çıkmadım hiç, biliyor musun" Lütfü Hoca, gözlerini dağın başında; boydan boya gezdirdiğini gören bekçi Dursunali'ye; - Şimdi konuşma zamanı. Kısa mola ve istirahat... - Hocam; bunca senedir gezer tozarım; bu köyde doğdum, büyüdüm, bu tepelere çıkmadım hiç, biliyor musun - O

"Soruyorum: Siz olsaydınız bu adama ne yapardınız.."

O gün müfettiş ağır konuşmuştu; söylediklerinde zerre kadar haklılık payı yoktu. Zaten öyle olsaydı Lütfü Hoca üzülmezdi. Çocuk aklımla uzun zaman düşündüm. Bir dağ köyünde, ilköğretim müfettişinin köyün ileri gelen birine, vazifeli imamına hakaret etmeye, tehditler savurmaya, azarlamaya ne hakkı olabilirdi Bu gücü nereden, nasıl alıyordu Eğitim-ö

"Annem ağlıyor, babam çaresiz. Öğretmenler duymuş olanları..."

Neşeyle eve gittiğimde annemin, babamın çok üzgün olduğunu gördüm. Neler olup bittiğini pek merak ediyordum! Mevzileri dolaşırken sanki muharebe yıllarını yeniden yaşıyormuş gibiydik... Askerî elbise düğmeleri, delik deşik olmuş alüminyum mataralar, kırık testiler, iyice paslanmış ne olduğu anlaşılmayan demir parçaları, boş mermi kovanları, sağa s

"Hey çocuklar bunlar da ne Bu çukurları kim kazmış.."

"Babamla birlikte İd'in kurtuluşuna gitmiştik. Güreş vardı. Bardız'lı Nizam pehlivan, Cücürüs'lü Abbas pehlivan gelmişti." Dağların tepelerinde hâlâ kar vardı. Aşağılara indikçe alaca karlılık yerini zümrüt yeşili çayırlara bırakıyordu. Eriyen kar suları küçük menderesler çizerek derelere, onlar da daha aşağılarda birleşerek çaya dönüşüyordu. Durm

Komşu köyün çocuklarıyla buluşacağız...

Uzun kış günlerini geride bırakmıştık. Hasretle beklediğimiz baharla birlikte bizler de keyifleniyorduk. Uzun kış günlerini geride bırakmıştık. Hasretle beklediğimiz baharla birlikte bizler de keyifleniyorduk. Karlar, billurdan damlacıklar oluşturarak eriyor, dereler, çaylar şelaleler oluşturarak coşuyor, Verintap'ın önünde uzayıp giden tarla ve

"Tez anana söyle; kuymak yapsın, çay demlesin..."

"Bu çocukların hiçbirinin nüfus cüzdanı yok, kendileri de doğum günlerini, aylarını senelerini bilmiyorlar" Lütfü Hoca'nın hiç beklemediği bir misafir gelmişti eve! - Hayırdır inşallah oğlum! - Doğum tarihimi bilmediğim için - Fe sübhanallah! "Bu devlet memurları da bir âlem" diye söylenerek içeri girdi. Hocamı muhabbetle karşıladı, kucakladı. Ba

"Senin için geldim! Ne demek doğum tarihini bilmemek!.."

Köy çocukları muallimlere karşı son derece itaatkârdı. O ise daha aşırı Hem utangaç, hem de onu okutan muallim karşısındaydı Hanımların kış aylarında işleri azalacak yerde daha bir artardı. Gece geç saatlere kadar çorap kazak örer, yamalık yamar, çocuklara hekâtlar anlatırlardı Hafızlık yaptığı için Abdülkadir imtiyazlıydı. Eli soğuktan sıcağa so