Ragıp Karadayı

Türkiye

Çocukluğunun geçtiği topraklarda nice hatıraları vardı...

Biraz çevreyi seyrettiler. Güney'den Kızlardüzü'ne, oradan ta Pertivan'a kadar her taraf yemyeşildi... Bu ayaküstü konuşma ve şakalaşmaların üzerine Lütfü Hoca'nın "Anacığım da bekliyor" demesine hacet kalmamıştı. Çay, akşam yemeği paylaşılmış ve son nokta konulmuştu. Hep birlikte Faik Çavuşlara gidildi. Yenge hanım, kuymak pişirmiş, çay içme dave

"Babam nere, biz nere ana.."

Ana oğul arasındaki sohbet Lütfü Hocaya ilaç gibi gelmiş, düşüncelerinden uzaklaşmıştı... Lütfü Hoca: - Ana; babacığımın yerine imam olduğumda ilk mest almam aklıma geldi, ona güldüm. - Sen de çok fenaymışsın hafız, daha unutmadın mı - Ana nasıl unuturum Beynime mi desem, kalbime mi bilmem ki Her yönüyle içime işlemişti o gün. Ben diyorum "Horasa

Nice his ve düşüncelerle bindiği otobüs, Erzurum'u terk etmişti...

Sohbetin tılsımlı cazibesine kapılan Lütfü Hocayı, muavinin ikaz etmesi uyandırdı: "Hadi hocam herkes seni bekliyor!.." Lütfü Hoca, tanımadığı o tatlı dilli adamı hayranlıkla dinliyordu: -Hayatı; iki direğe veya ağaca bağlı salıncağa benzetenler de vardır. Onlara göre HAYAT; bir ucunda gözyaşı ve hüzün, diğer ucunda huzur ve saadet Bu iki uç arası

Gözüm hâlâ köşe bucak o nur yüzlü zatı arıyordu

Her baktığı yerde hep onu arıyordu; "Belki bir daha rastlarım" diye, yine aynı cami-i şerifin aynı kapısının önüne geldi. Lütfü Hoca; "Ya Rabbim şaşırdım! Bana yardım et!" diye yalvardım, nasihat edip yol gösteren adamın söylediklerini harfiyen yerine getirdim, ne fazla, ne de eksik tamamladım. Dabakhane çeşmesinden tıka basa su içtikten sonra ko

"Bırak efendimi-mefendimi de çabuk dediklerimi yap!.."

"Hiç masum havalarına bürünme! Utanmıyor musun kaç gündür otel köşelerinde sondayla dolaşıyorsun! Allahtan kork!" "Herhâlde bu gidişte imamlık da yapamam" diye düşünürken, "Buraya kadar! Yaraların öldüremediği Lütfü Hocayı bu dert ahirete götürecek galiba" demeye başladım. Köyden ayrıldığımdaki o son kare, bütün canlılığıyla gözümün önünden hiç g

İki dağ silsilesi arasındaki manzara göz kamaştırıyordu

Erzurum, bazen bütün ümitlerin kendisinde toplandığı son sığınağımız olur, bazen bir kartal yuvası gibi erişilmesi imkânsız yükselir kalbimizde. Lütfü Hoca: -Tortum'da ihtiyaç molası verildi. Herkes cağ kebaba koşarken ben tuvalete... Daha bir zorlandım, sormayın. Cenâb-ı Allah düşmanın başına vermesin. İşin ızdırabını varın siz anlayın buradan...

"Bunlar bizim imtihanımız Etem Efendi..."

"Birden karşımıza çıktılar. Takkemi çıkartacak vakit bulamadım. Yoksa adamın karşısına öyle çıkmak istemezdim elbette!" "Ne belaya çattık!" diyen Etem Ağa, Lütfü Hocaya baktı. Her ikisi de fena üzülmüştü. Heybesinden çıkardığı altı köşeli şapkayı eyerin ön kaşına asarak İd'e girdiler. Kamyondan bozma otobüs "gır gır gır..." çalışıyordu. Vedalaşır

"Sen kim oluyorsun be adam, böyle dolaşıyorsun.."

Başındaki beyaz takkeyi çıkarıp cebine koymak istediyse de elinden aldığı gibi yere attı. Atını üzerinden tepindirdi!.. Etem Ağa iki atla hazır kıta bekliyordu. Gülerek selâm verdi. "Hocam; sen kır ata, ben doru ata" deyip ata atlaması bir oldu. Aynı çevik hareketle Lütfü Hoca da atına bindi dehledi. Aşağı Yakup Ağanın evlerinin önüne gelince, gay

"Hep benim yüzümden ağladı zavallı"

Hanımına döndü ve "Seni anlıyorum Hayriye'm" deyip gözlerinin yaşını sildi elleriyle. Her genç ana gibi onun da hürmet görmek, sevilmek ve çocuklarını muhannete muhtaç olmadan büyütmek en tabiî hakkı değil miydi Hâlbuki o haklar şimdi ayaklar altında eziliyordu... Uçları aşağıya doğru hafifçe meyletmiş ince hassas dudakları titreye titreye ta için

Yanan soba bu kış memleketinde hayat demekti, huzur demekti...

Nereden aklına geldiyse; "Kafam ceviz kadar ama içinde sandıklara sığmayacak düşüncelerim var" dedi... O, Ezân-ı Muhammediyi okuduktan sonra insan kafasını uzatıp pencereden bir baksaydı, dışarıda kimsecikleri göremezdi. Çünkü namazını vaktinde kılmak herkesin esas meselesi hâline gelmişti. Namaza mâni bir rahatsızlığı olmayanlardan, sırf keyfi i