Ragıp Karadayı

Türkiye

"Baba hazretleri; bir şeyini görmedim ki ders alayım"

Hasan Baba: "Hafız evladım; gel müridim ol. Burada birkaç talebem var, onların başına geç, sahipsiz kalmasınlar" Çocuklarına Seyyid Hasan Baba'yı anlatıyordu Hafız Lütfü: -Bir yemek esnasında Hasan Baba bana baktı: "Hafız evladım; gel sana ders vereyim, müridim ol. Burada birkaç talebem var, onların başına geç, zikir yaptır, gafil olmasın, sahipsi

"Maşallah, baş imam olmayı çoktan hak etmişsin sen..."

"Ben Sağır Hocanın mahdumuyum. Babam babanı çok iyi tanıyor. 'Onun oğluysa gözü kapalı kabul ederim' dedi." Sabah kısa moral bozukluğundan sonra gün boyu yaşadıkları, ailesiyle birlikte olma sevinci, her şeye değerdi. "Hayata kaldığım yerden başladım" deyip araba sahipleriyle sohbete devam ediyor, çocukların ortalığı çınlatan sesleri, onu da keyif

"Hafız oğlum sen hoş gelmişsin"

"İstanbul'dan döndüğünü duydum, hayırlı olsun Hafız Lütfü. Çok iyi ettin. Bak işte hepsi geçti..." Yol hafif meyilli olduğundan İd'e çok çabuk varıldı. Girişte Aysen Bibi, oğulları Sebahaddin ve Hasan kardeşler, gelinleri; Asiye ve Hanım Ablalar evlerine davet ettiler. Araba sahipleri; geceye kalmadan köye gidilmesinin lüzumunu anlatınca mecbur m

"Oğul sakın korkma! Aldırma! Ben duâya, sen yoluna"

Birilerinin "Bak anacığını gözü yaşlı bırakmış, ailesini alıp keyif yapmaya gidiyor" demelerinden çekiniyordu. Hafız kendi kendine "Bu şekilde görseler kim bilir ne derler" diye söylenirken ata yadigârı tandır başı kapısının çıt diye açıldığını, birinin dışarı çıktığını fark etti. Kendi dünyasından, hayallerinden kopmamak için dönüp bakmadı, lakin

Minareden yanık, ağlamaklı bir ezan sesi yükselmeye başladı!

Gözlerini yine uzaklara dikti. Bu sefer tam tekmil susmuştu. Rüzgâr da dinmiş, güneş de hepten batmıştı. Şunu iyi biliyordu ki tadı ağzında, sevgisi kalbinin en güzel köşesine işlemiş bu kardeşliğin yanında bugünün koşuşturulan, telaş içinde geçirilen ve üzerinde bile yeterince düşünülemeyen kardeşliğinin gelecekte anlatılacak hiçbir güzel yönü ka

Hafızin "Küçük Ana" dediği Nezaket Ana önünü kesti!

"Hele gel Lütfü sen ne vaaz vermişsin ki Nusret koşa koşa geldi: "Hafız abim bir anlattı bir anlattı, milleti ağlattı" dedi." Tam evlerinin önüne gelmişti ki Hafız Lütfü'nün "Küçük Ana" dediği Nezaket Ana önünü kesti. -Hele gel Lütfü sen ne vaaz vermişsin ki Nusret koşa koşa geldi: "Hafız abim bir anlattı bir anlattı, milleti ağlattı" dedi. Hele s

"Ne hoş memleketimiz, ne hoş insanlarımız var şükürler olsun"

Belli ki; Zülfüzar Bibi üşümüştü. "Haydı ocağın başına" diyecekti de onun keyifli ve de meraklı hâlini görünce vazgeçmiş olmalıydı. Zülfüzar Bibi bir iç çekti ve; -Nasıl olacak elimize geçeni göle attık Hafız. Evlerin zibili, tandırların külleri senelerce buraya akıtıldı. Saymakla bitmez ki oğul! -Seferberlikte bir hadise yaşanmış -He ondan sonra

"Tihkat et Hafız Lütfü! Bah üstün başın çamur olmuş!"

"Ocağı yakmak için kuru kermelerden götürecektim. Selvi boyunu görünce, Hafız'a bir hâl hatır sorayım dedim." Bu havaları pek de özlemişti. Onun için olsa gerek çamura falan aldırdığı yoktu. "Kim ne der" diye düşünmüyordu... Ondan maada insan namına kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Tılsımlı sessizliği bozan ayaklarının çıkardığı tıkırtı ve uza

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış, Nurlu ihtiyarın yanaklarında...

Hayatın manasını bilmeyen avare insanlar; bir yaprağın hafifliği gibiydi. Rüzgâr nereye savrulsa oraya gidiyorlardı... Rüzgâr ve yağmur birlikte olunca kurumuş yapraklar bir bir yerlere düşüyor. Her dalından kopan gazel, bir dönemin kapanışı, yeni birinin başlangıcı, hüznün ise habercisi oluyordu. Hem Aha, hem de bütün insanlık; artık sonbaharını

Hayal kurmak insanı kuvvetli yapıyor

Hayalin gücü; hürriyetinden ve sınırsız oluşundan geliyor. "İmkânsız" diye bakmamak lazım her şeye... Hafız Lütfü anlatırken gözleri sulandı: -Muvaffakıyetimin temelinde; hocalarımdan aldığım duâlar var. Onların bereketi ile olduğunu çok iyi biliyorum. Hiçbir hocamı, en ufak bir şekilde üzecek tek bir hareketim olmadı, elhamdülillah... Bu kadar mü