"İnsanlar, beşikten mezara kadar öğrenmeye namzettir"

"Hocam; bunca senedir gezer tozarım; bu köyde doğdum, büyüdüm, bu tepelere çıkmadım hiç, biliyor musun" Lütfü Hoca, gözlerini dağın başında; boydan boya gezdirdiğini gören bekçi Dursunali'ye; - Şimdi konuşma zamanı. Kısa mola ve istirahat... - Hocam; bunca senedir gezer tozarım; bu köyde doğdum, büyüdüm, bu tepelere çıkmadım hiç, biliyor musun - O da bir nasip meselesi Dursunali Efendi. Demek nasip bugüneymiş ve bizimle olmak şartı varmış. - Anlayamadın ne şartı-şurtu hocam - Anlaşılmayacak bir şey yok Dursunali Efendi! Buraya bu şekilde çıkmamız ezelde böyle takdir edilmiş, yeri ve zamanı gelince de birlikte çıktık. Bu kadar basit! - Öyledir hocam. Kusuruma bakma, arada sırada böyle patavatsızlıklarım olursa cahilliğimdendir. - Bütün insanlar beşikten mezara kadar öğrenmeye namzettir. Hepimiz birçok işin cahiliyizdir. Meselâ siz olmasaydınız ben bu sınırları bilip gezemezdim. Yani sınırların cahiliydim. Bak her şeyi sizden, Etem Ağadan öğreniyorum. Peşiniz sıra takılıp kolay yol alıyoruz. İyi, ferasetli, işinin ehli rehber lazım herkese... - Dünya eskisi gibi değil artık hocam! - Eskiden nasıldı - Nasıl olacak; kimsenin aklına, böyle sınırları-mınırları gezmek gelmezdi. Senelerdir böyle bir şey yapmadık. - Senelerce yapmamak şimdi de "yapılmayacak" manasına gelmez Dursunali Efendi. - Dedim ya bana bakma hocam; aklıma geldi söyledim işte. "Yanlış yapıyoruz" demek istemedim - Zaten öyle de anlamadım. - Urus-Osmanlı harbinde buralardan top patlar, bizim köyün pencerelerinin camı kırılırmış. Sanki zelzele olurmuş. - Cenâb-ı Allah o günleri göstermesin bir daha. Bak buralara, hep mevzi. Bizim köyün dağları da aynı. Gökdağ'da karargâh kurmuş, dört beş sene kalmış kefereler. Bütün meşelerimizi kesip yakmışlar. - Hocam bizim buraları da ateşe vermişler.