Ragıp Karadayı

Türkiye

Gençler hep bir ağızdan: "Lütfen hocam bizi kırmayın!"

"Hocam, pehlivanlık yaptığını duymuştuk. "Güreşelim" demiyoruz, ama bir kol taşı atmadan da bırakmayız." Sağır Hocanın torunu İsmail Binici anlatıyor, şahid olduğu bir hadiseyi: "Öğle namazı vakti mi, yoksa ikindi mi Orasını tam hatırlamıyorum ama gündüz bir namaz vaktiydi. Gençler kıyasıya kol taşı atıyorlardı. Bizim köyde bu işte bayağı iddialı

Ağlayarak çıktıkları yayladan gülerek inmişlerdi...

Burada havalar kapanmaya görsün; ne dışarılardan giden gelen olurdu, ne de arayan soran... Yedi sekiz ay "ha öldü, ölecek" diye beklenilen Lütfü Hoca, eskisinden daha kuvvetlice ayaklanmış, vazifesine; kaldığı yerden başlamıştı. Herkes memnun, sevinç gözyaşları dökerken, o da mübarek ve muhterem hocasının şu beyitleriyle insanların hislerine terc

Lütfü Hoca, okuyor, kardeşi Osman da tatbik ediyordu...

Katran elde edildikten sonra, tarife göre arpa unu katıldı, macun kıvamında siyah bir hamur yoğruldu. Hayriye Hanım: - Mübarek olsun Bey! Ragıp üzülecek ama! - Niçin - En iyisi onun tekesi. Onu çok seviyordu. Çocuklar; "O senin, bu benim" diye gıdikleri kendi aralarında paylaşmışlar. Aha, Enâm'ı da getirdim. - Ben ona daha iyisini alırım. Ver bak

"Kız hele yanıma gel, sana ne diyeceğim"

"Benim sandıktan şu deri kaplı, uzunlamasına açılan, babamdan yadigâr Enâm var ya... onu bir getirsene!..! Anası, Hafız'la Sagıp'ın nerede olduklarını sordu Ragıp'a: - Hafız abim namazgâhta, vakit gelince ezan okuyor, Sagıp'la beraberdik, göllerden geldik, belki babamı görmemek için Yahyalara gitmiştir. Onunla beraberlerdi çünkü. - Babanı görmekte

İyi ki dost edinmişiz birbirimizi

"Ben onları çok seviyorum... Ya onlar Onlar ise benden daha fazla muhabbet dolular" Birkaç gündür öylesine meczup gibi dolanır dururdu etrafta. Fadime, babacığının yüzünü görünce "öcü görmüş" gibi korkuyordu. Mecbur, ya çocukların kucağına verip dışarı çıkarıyor, ya bir komşuya bırakıyordu. Bu anlayışlı, yardımsever komşularına pek minnet duyuyord

"Çok sağ olun güzel komşularım. Sizler de olmasanız Neyse"

Kocacığını soran komşu kadınlara, yaralarının daha da azdığından bahsetmedi. Kendini kaybedecek hâle gelmesinden de Verintaplılar onun yanından çıkarken; "Vah vah! Adam ne olmuş O selvi boylu pehlivan gitmiş, çürümüş ceset kalmış. Allah yardımcıları olsun, işleri zor" deyip üzüntülerini dile getiriyorlardı. Kuşluğa doğru millet çekilince uykuya d

Sorgulayan gözlerle etrafına bakındı... Zihni çok bulanıktı!

" Ah! Efendim, seni bulduğumuzda taşın dibinde baygın yatıyordun" dedi yatağın kenarına oturmuş olan Hayriye Hanım... Bu kısa moral bozukluğundan sonra, geceye kaldığı yerden devam ediyordu Lütfü Hoca. Rahlenin başına bir çökmeye görsün, sayfaların çevrilmesi birbirini takip ediyor, hem ağlıyor, hem de ağlatıyordu. Ağlarken keyfi yerine gelmek de

Af dileyen bakışlarla bir ona bir ayağına bakıyordu!..

Lütfü Hoca, ailesi ile olup bitenleri konuşup dinlerken, bir ara gözleri bulundukları yerin cazibesine kapıldı... Verintaplılar; "Lütfü Hoca, caminin damına çıkınca ta biz Davulveren'de, Yasamal'da, Kala'nın başında Ezân-ı Muhammediyi duyardık; o ne okuma, o ne aşk" der, hocalarıyla iftihar ederlerdi. Çevrede "Kur'ân-ı kerîmi en düzgün okuyan" seç

Gayesi belli olan huzurludur, belli olmayan huzursuzdur!..

"Allahü teâlâ kime imkân vermişse ve o da onu Allah yolunda, cihâd ederek sarf ederse ne âlâ..." Lütfü Hoca, hocasının sözlerini naklediyor, hanımı da dikkatle dinliyordu: -Bunlar hem kendi, hem evlad-ı iyali ve hem de bütün yaratılanların, ebediyyen kurtuluşu için, Cehenneme gitmemesi için çalışır, çabalarlar... İşte o zaman bir mana ifade eder f

Duyan kulaklar, hisseden kalpler var mutlaka...

"İmtihanımız! İstanbul'dan geldin, yuvamız ısındı, senemiz dolmadan yaralandın. Bize rahat yok galiba!.." Lütfü Hoca: - Osman da işini gücünü bırakıp geliyor, kendi derdimi bıraktım şimdi de onu düşünüyorum! Tarlası çayırı kar altında kalacak diye çok korkuyorum. - Ben de çok yalvardım, dinlemiyor ki. "O bizim yalnız abimiz değil, babamızdı da" di