Ragıp Karadayı

Türkiye

"Bize hikâye anlatma Behlül!.."

"Sakin olursanız kendinizi rahat görür, meselelerinizi kolay çözersiniz..."Rahat görüneyim diye yarısı yıkık bir duvarın üzerine çıktım. Ben herkesi gördüğüme göre onlar da beni görebiliyor olmalıydı.- Bakın komşular! Biraz önce ormanın en girilmez yerindeydim.- Korkmadın mı- Deli, o dediğin şeyin hesabını yapabilseydi zaten deli olmazdı!- Uzatma B

Nefsimle bitmeyen muharebem yeniden alevleniverdi...

Ne demişler "Verilen güzellikleri kendin görmelisin ki, başkalarının övmesi ve yermesi seni çok tesiri altına almasın."Yalnız kalmayı sevmem, tabiat merakım, çevreye olan alâkam beni şehirden ormana, ormandan medeniyetin başladığı yere götürüp getirecekti defalarca. Hesapta olmayan maymun karşıma çıktığından beri artık başka biri oldum. Nefsimle bi

'Vahşi Sükûnet'ismini herhâlde bu havasından dolayı almış!..

Burası, tarihin zihin karmaşası, hayvanatın delirdiği yer. Gelene, görene sirayet eden çılgınlık, akıl tutulmasının alışkanlığa dönüştüğü mahal.Ormandan giriş yaptıktan sonra oldukça çetin bir yürüyüşün ardından ulaşılabiliniyor. Yol yok. Onu da kendin buluyorsun tecrübelerinle. Her bir dere, çıkmaz sokak gibi. Yan yana sıralanmış mağaralardan oluş

Seccademle ayrılmaz dosttuk içimi dökerdim ona...

Zifirî karanlıklarda herkes derin uykularında mışıl mışıl uyurken biri bana dostluk ederdi; hasırdan iki büklüm seccadem...AÇLIKTAN ÖLEN SULTAN!..Gündüzler bütün insanlara, geceler ise yalnızca kalbinde muhabbet taşıyanlara ve derdi olanlara ağır gelen vakitlerdir malumunuz. Zifirî karanlıklarda herkes derin uykularında mışıl mışıl uyurken biri ban

Herkes hâlâ ayaktaydı... Vakit mi durmuştu ne..

Hayıflanarak "Halifemizi incitmeden kurtarabilir miyim" diye ağzından çıkacak son kelimeyi beklemeye koyuldum.Ne vakit ağlasam gözlerimin etrafı kızarır, dudaklarım ise tir tir titrerdi. Yine öyle oldum. Kelimeler boğazıma düğümlenmişti, kekeleyip duruyordum, anlatmak istediklerimi tam aktaramıyordum. Buz tutmuş, öyle donmuş kalmıştım.İster karşımd

"Yine bize bir ders vermek istiyorsunBehlül!.."

"Behlül! Açık konuş. Ne demek istiyorsun Bu dünya nere, ahiret nere Cehennemde ne işin vardı"Daha önce hiç duymadığımdan, görmediğimden eminim. Yanlışlıkla acı biber yemiş çocuk ağzı gibi kızarıklığı etrafına yayılmış dudaklarının arasında çalıntı gibi duran çatlak ses hâlâ kulaklarımdaydı. Hayır! Sessiz sesten bahsediyorum burada. Bu ise bize ait

Ateş kusan sislerin arasında eziliyor, kavruluyordum...

Beklediğim suâl gelince kendimi zor tuttum. Duymak istemediğim iltifatları maalesef duymuştum. Elbette vardı bir hikmeti.Dünyanızın sakin bir zamanında gelir karşınıza dikilir, hangi durumda olursan ol sana müdahale eder ve her türlü mücadeleye sebep olmaktan çekinmez. Kuvvetli bir iradesi vardır belirli bir sınıra kadar ve ötesine geçebileceği...T

Her son yeni bir başlangıca gebeydi...

Sarayda fazla kimsecikler yoktu. Sultan'ım başvezirle oturmuş, öylesine sohbet ediyorlardı...Âlemi sen kendinin kölesi, kulu sanma,Sen Hak için âlemin kölesi ol, kulu ol.Nefsin hevâsı ile mağrur olup aldanma,Yüzüne bassın kadem; her ayağın yolu ol.Garazsız hem ivazsız hizmet et her canlıya,Kimsesizin, düşkünün ayağı ol, eli ol.Allah için herkese hü

Tavrımı bozmuyor, hislerimi belli etmemeye çalışıyordum...

İstemeden verilen ismim, bütün şuuraltımın dışa vurmuş şekliydi aslında: Kim ne niyetle söylese de MECZUP demek bana yakışmıştı!..Sohbetin ışığıyla yanan insan yanını, çaresizliğin ve iktidar mesuliyetinin içinde tutuşan gölgelerin büyüttüğü; hükümdar da olsa etten, kemikten bir insanın acı çektiği suretini yakından görüyor, ben de belli etmeden ac

Bu içten ifadeler, muhabbetin alevlenmesi için kâfiydi...

"Seni görünce bütün sıkıntılarımı unutuyorum, tarifsiz bir muhabbetle çocuklar gibi seviniyorumBehlül..."Behlül:- Siz kanunlar, nizamlar, kural ve kaideler koymayı pek seversiniz ama koyduğunuz kural ve kaideleri bozmayı daha çok seversiniz. Tıpkı Dicle kıyısında sabırla kumdan kuleler yapan, sonra da kahkahalarla onları deviren çocuklar gibi. Anca