Latif Bozdoğan

Milat

Franchise ülke veya ekol ülke tercih bizim

Türk e-sporunun bir kurucu anısı, parlak kağıtlara değil, internet kafelerin eskimiş mousepadlerine yazılmış bir doğum şahadetnamesi vardır. Her şeyin başladığı yer, klavye seslerinin birbirine karıştığı o yarı aydınlık mekânlardır. 90'ların sonunda Ultima Online, Red Alert, Warcraft, Age of Empires veya FIFA 94 gibi oyunlar, sadece birer eğlence d

Selimiye'nin doğru restorasyonu

Edirne Selimiye Camii, Mimar Sinan'ın "ustalık eserim" dediği, 1568-1574 yılları arasında Sultan II. Selim tarafından yaptırılan ve 1575'te tamamlanan, Osmanlı mimarisinin ulaştığı en yüksek düzeyi temsil eden bir medeniyet abidesidir. Ancak bu muhteşem eser, 19. yüzyıl müdahaleleriyle özgünlüğünü kaybetmiş, yüzyıllar içinde geçirdiği yanlış müdaha

Selimiye'nin iade-i itibarı

Sinan-ı Âlî'nin, "Ustalık eserim" dediği Selimiye'nin kubbesi altında kopan fırtına, basit bir restorasyon tartışmasının çok ötesinde, bir ustanın ardında bıraktığı sırrın yeniden okunmasıdır. Mimar Sinan'ın o meşhur seyrini, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin o anıtsal sözüyle okumak gerekir: "Hamdım, piştim, yandım." Şehzade Camii'nde "hamdım" diyen ç

Üç ayna tek suret

Bir hekimin hastasını anlamak için sadece anlattıklarına değil, stetoskopuyla duyduğu kalp atışına güvenmesi gibi, bir milletin ruh sağlığını anlamak için de, siyasi manşetlere değil, sanatının ritmine kulak vermek gerekir. Manşetler, dilin söylediği geçici şikayetlerdir; sanat ise ruhun dile getiremediği o derin ve hakiki ritimdir. Bugünlerde Türk

Çekirdekten yetişenler ve güçlüler kamarası

Bir dünya liderini parlak üniversiteler ya da siyasetin entrika dolu kulisleri yetiştirmez. Onları asıl yoğuran, karakterlerinin dövüldüğü, hiç beklenmedik 'hayat okulları'dır. Yakın tarih, bu iki farklı okulun mezunlarını iki keskin portreyle önümüze koyar: Bir yanda, söylenceye göre, Ege'nin ve Ortadoğu'nun kadim pazarlarından geçerek dünyanın il

Köpükler ve derin akıntı

Zihnimizin kapılarını araladığımız her yeni gün, bizi asırlık bir pazar yerinin bitmek bilmeyen velvelesiyle karşılıyor. Bu, sadece sokakların curcunası değil; manşetlerin çığlıkları, ekranların titreşimi, sosyal medya akışlarının suni neşesi ve kendi iç konuşmalarımızın o yorucu ahenksizliğidir. Sürekli aynı replikler, aynı öfke nöbetleri, aynı sa

Vicdanın son sığınağı

Bazen bir manşeti anlamak için, o manşetin içinde yaşayan ruhu hayal etmek gerekir. Soğuk bir istihbarat haberini, sıcak bir insan hikayesine dönüştüren şey, o habere maruz kalan birinin zihnindeki fırtınadır. Gelin, bir anlığına Moskova'da, gecenin bir yarısı, ekranının karşısında o tarihi kararı vermek üzere olan isimsiz bir insanın zihnine misaf

Bir zeytin ağacının hatıra defteri

Ben bir hafızayım. Hafızam, sizin anladığınız gibi, anların peş peşe dizildiği, unutuşla yıpranan cılız bir iplik değil. Benim hafızam köklerimdir; bu şehrin toprağının katmanlarına, unutulmuş temellerin arasına, kurumuş çeşmelerin sustuğu derinliklere doğru yavaş yavaş, milim milim ilerleyen bir kavrayıştır. Zamanı, gövdemdeki halkaların sabrıyla

Her şey çok güzel olmuyor

Hepimiz, en temiz yürekle öğrendiğimiz o ilk kuralı çiğneyerek büyüdük: 'Yalan söyleme.' Oysa hayat, o kural kadar basit değildi. Siyahla beyazın arasına sıkışmış binbir gri tonun varlığını, bazen canımız yanarak öğrendik. Anladık ki, en masum niyetler bile gerçeğin soğuk nefesi karşısında bir an duraksıyor. Hepimiz yalan söyledik. Bazen bencilce,

Berlin'in kaçış kapıları

Her şehrin bir ruhu, bir de o ruhtan kaçmak için aralanan gizli kapıları vardır. Londra'nın pusundan kırlara, New York'un beton uğultusundan Hudson'ın sessizliğine uzanan patikalar gibi... Fakat bu kaçışlar çoğu metropolde keyfi birer tercihtir; Berlin'de ise adeta bir zorunluktur. Zira Berlin, sakinlerini sürekli tarihin mahkemesinde yargılayan, o