Dağ yarın da orada

Hataların "öğretici" olduğunu söyler dururuz. Peki ya bu iyimser bakış, asıl tehlikenin üzerini örtüyorsa Şu gerçeği kabul etmekte fayda var: Hatanın kendisi, o yanlış adım, o sınavdaki pot, o iş görüşmesindeki heyecan, çoğu zaman geçici ve telafi edilebilir. Asıl yıkıcı olan, o hatanın ardından açılan karanlık çukurdur. İşte o Çukur'a düştüğümüzde işler değişir. Midemizi burkan o suçluluk, gözümüzü yere diktiren o utanç, "Zaten beceremiyorum", "Her şey bitti artık", "Mahvettim ben işi" diye fısıldayan o amansız iç ses Bu çukur, hatadan çok daha uzun süre kalır bizimle. Kendimizi yer bitirir, motivasyonumuzu sıfırlar, enerjimizi emer. Sonunda "Bırak gitsin!" deyip kenara çekiliriz. Bu çukura düşünce, daha çok hata yapmaya başlarız. Çukur derinleşir, bir kısır döngüye dönüşür. Yeteneğiniz yerinde olsa bile, zihninizin bu kendini sabote eden mekanizması, tıpkı takım seçmelerinde iyi başlayıp bir hatadan sonra kendini paralayan o genç gibi, önünüzü kesebilir.

Bu çukurun en büyük besleyicisi, mükemmeliyetçilik denen o sinsi zihniyettir. "Ya hep ya hiç" diyenlerdenseniz, çukur sizin için daha derin ve daha tehlikelidir. Çünkü en ufak bir pot, yavaş bir ilerleme, sizin gözünüzde kişisel değersizliğinizin kanıtı haline gelir. Bir hobiye başlayıp "Birkaç ayda usta olamadım" diye bırakıverirsiniz. Eğlenmenin bile önüne geçer bu his. Marketten alınacak basit bir üründe bile "en doğrusunu" seçme takıntısı, müşteri hizmetlerinde "kusursuz müşteri" olma çabası, sıradan işleri bile yük haline getirir. "Bu raporu iki günde kusursuz teslim edemezsem değersizim" düşüncesi, sürekli bir hayal kırıklığı ve tükenmişlik yaratır. Mükemmeliyetçilik, öğrenmenin doğal, inişli çıkışlı, hatalı yoluna karşı bir tahammülsüzlük yaratır. Standartlar yüksek olunca, her tökezleme bir düşüş gibi gelir.

Peki çıkış nerede İşte tam burada, sabrın ve gerçekçi bakışın gücü devreye giriyor. Hayatta bazı hedefler, tıpkı Ağrı Dağı'na tırmanmak gibidir. Tek başına ve bir çırpıda çıkılamaz. Özellikle yüreğe işlemiş bir ayrılığın acısı, derin bir özgüven eksikliği, sürekli bir kaygı gibi duygusal dağlar varsa karşınızda, yardım istemek akıllıca bir stratejidir, güçsüzlük değil. Bir uzmanla konuşmak, güvendiğiniz bir dostun kapısını çalmak, o dik yokuşta size tutunacak bir el sunar. Unutmamak gerekir, mantıken dokuz ayda uzaklaşabildiğiniz bir ayrılığın yüreğinizdeki sızısının dinmesi dört yıl sürebilir. "Neden hala atlatamadım" diye kendinizi kemirmek yerine, bazı yaraların aceleye gelmediğini, iyileşmenin kendine has bir ritmi olduğunu kabul etmek gerekir. Her sorunu o gün, o saat çözmek zorunda değiliz. Bazen durmak, dinlenmek, nefes almak, enerjiyi toplamak en doğru harekettir. O dağ yarın da orada olacak. Bugün tırmanamazsanız, yarın tırmanırsınız.

Bu çukura düştüğümüzde ne yapmalı Önce o iç sesi dönüştürmekle başlamalı. "Mahvettim, bittim!" çığlığını, "Bir hata yaptım, bu beni tamamen başarısız yapmaz" sakinliğine çevirmek ilk adım. Ardından, mükemmel olanı değil, ilerlemeyi kutlamak gelir. Bağlamada bir türküyü tam çalamamak ama bir bölümünü akıcılaştırmak, sporda maraton koşamamak ama her gün düzenli yürümek, işte sadece bir e-postayı göndermiş olmak bile