Kırılganlık bir zayıflık değil
Hayatın beklenmedik darbeleri mideni düğümlediğinde, bu anı tanımayan var mı aramızda İçimizde kopan fırtınayla dışarıda sergilemek zorunda kaldığımız o sahte sükûnet arasında derin uçurumlar açılır. Kimse bizi incinmiş görmesin, kimse zayıf bilmesin isteriz. Güçlü, sarsılmaz, kusursuz görünme baskısı kemirir içimizi. İşte bu, "gülücükler ardına saklanmak" ya da "dimdik durmak" dediğimiz o büyük yalanın ta kendisi. İçimiz kan revan içindeyken, dışarıya dingin bir liman manzarası çizeriz. Bu maske sadece acıyı gizlemez; aslında "güçlü" görünme çabasıdır, toplumun bize dayattığı kalıplara sığma arzusudur.
Peki neden bu zırhı kuşanırız Çoğu zaman utançtan kaçarız. Bu, "yüzümüzü gizleme" telaşıdır. Çocukken kulağımıza fısıldanan o zehirli cümleleri anımsa: "Erkek adam ağlamaz!", "Kendini topla!". Duyguların zayıflık olduğu yalanı işte böyle kazınır zihnimize. Toplumsal roller bu yükü katlar: Erkek "yıkılmaz" olmalı, kadın "hep uyumlu" kalmalı diye dayatılır. Bu maske, kuşaktan kuşağa aktarılan zehirli bir mirastır.
Lakin bu zırhın yıkıcı bir bedeli var! Duyguları sürekli bastırmak, ruhu ve bedeni kemiren sessiz bir düşmandır. Bilim net konuşuyor: Kronik duygusal baskı, anksiyete ve depresyon kapılarını ardına kadar açar. Daha çarpıcı olanı bedene kastıdır: Kalp çarpıntısı, tansiyon fırlaması, stres hormonu kortizolün vücudu yağmalaması. Bu sürekli alarm hali baş ağrısına, mide krampına, uykusuz gecelere yol açar. Bağışıklığı çökertir, bizi hastalıklara karşı savunmasız bırakır. Bu sahte metanet, hücrelere işleyen ölümcül bir yüktür.
İlişkiler de bu sahte gücün kurbanı olur. Gerçek insani bağ, duygunun dürüstçe paylaşılmasıyla kurulur. Maskeyi taktıkça ilişkiler yüzeyselleşir, samimiyet buharlaşır. Başkalarının bizi anlaması, destek olması imkânsızlaşır. Gerçek yüzümüzü gizledikçe, en çok ihtiyaç duyduğumuz yakınlığı kendi ellerimizle yok ederiz. Yalnızlık zindanında kıvranırız, oysa kaçmak istediğimiz tam da buydu. Gerçek bağ, kırılganlığın ortak dilidir.
Peki, bu maske hiç mi işe yaramaz Bilinçle ve geçici olarak kullanıldığında stratejik bir silah olabilir. Önemli bir pazarlık masasında öfkeni göstermemek, yıkıcı bir eleştiri karşısında anlık tepkini kontrol etmek gibi. Kritik olan, bunun bir hayat tarzı değil, bilinçli bir taktik olmasıdır. Gerçek bilgelik, o maskeyi ne zaman takıp ne zaman fırlatıp atacağını bilmekte yatar.
Çıkış yolu Duygusal zekâda (EQ) saklı. Bu, sadece kendi hislerini tanıma ve dizginleme becerisi değil; karşındakinin yüreğinin sesini duyma, onunla empati kurma yeteneğidir. Duyguyu bastırmak onu yok etmez; içeride bir zehir gibi biriktirir. Asıl güç, o duyguyla yüzleşme, onu tanıma ve onunla yaşama cesaretidir.
Duygularla sağlıklı bir ilişki kurmak için, hislerimizi çok iyi tanımalıyız! İçimizde kopan fırtınanın adını koyup: Öfke mi Hüzün mü Dehşet mi Tanımak, sahiplenmenin ilk adımıdır. Bedenini dinle! Yumruk olmuş ellerin, gergin ensen sana ne haykırıyor Açlık, uykusuzluk bu fırtınayı körükleyebilir. Temel ihtiyaçlarını görmezden gelme. İçindeki zalime kafa tut! "Mahvettim!" diyen o sesi sustur. "Yine her şeyi berbat ettim" yerine "İnsanım, hata yapabilirim" de