Muhsin Kızılkaya

Haberturk

Yahya Kemal, neden "Ankara'nın en çok İstanbul'a dönüşünü" sevdi

Turgut Uyar, 1958 yılında Pazar Postası'nda yazdığı "Önce Aruz Öldü" başlıklı yazısında, Türk şiirinden, o şiirin kaderinden, geçmişinden söz eden herkesin kayıtsız kalamayacağı tek şairin Yahya Kemal olduğunu söyler. Ona göre Yahya Kemal'in büyüklüğü, "şiiriyle doğru orantılı" değildir. Ünü şiirinden büyüktür şairin. Yahya Kemal bir büyük çağın, b

Mardin'de çocukluk, Diyarbekir'de zamanın kokusu!

Bir şehre gittiğimde, o şehirde ille de elli sene önce benim yaşlarımda bir çocuğu arar gözlerim beyhude bir çabayla. O çocuğu, saha kenarında futbol oynayanları seyrederken görürüm bazen. Bazen bir lokanta camından iştahlı iştahlı yemek yiyenlere, yediklerinizi keşke ben de yeseydim diye içinden geçirerek bakarken. Bazen bir çöplükte, olur da çöpl

Necip Fazıl ile Musa Anter'e rastladım vapurda!

Kuledibi'nden Karaköy'e hızlı hızlı inerken, kafamın içinde Ahmet Hamdi Tanpınar'ın,"İstanbul'un asıl mevsimi sonbahardır," sözü dolanıp duruyordu. Gün muhteşemdi çünkü. Şerbet gibiydi her şey. Bu semtte oturduğum otuz sene evvelden bugüne bir kule, bir de binalar kalmış kendisi gibi. Kaldırımlar değişmiş, dükkanlar değişmiş, satıcılar değişmiş, o

Halkının intikamını almak için yazmak!

Her sene Nobel Edebiyat Ödülü kazananın kitapları kadar, kazananın ödül töreninde yapacağı konuşma da bir o kadar merak edilir. Tarihi boyunca Nobel ödül konuşmaları içinde, kazananın kitapları kadar klasikleşmiş konuşmalar da vardır. Belki de Nobel konuşmaları içinde en kısa konuşmalardan birisi William Faulkner'ın konuşmasıdır ama bir o kadar da

Sanatçı muhalif olmalı (mı)!

Kitap okumaya başladığım günden beri, aşağı yukarı yarım asırdır kulağıma çalınan bir lafın yankısı hep çınlayıp duruyor beynimde. Altmış yaşında olduğuma göre, laf benden bir hayli yaşlı olsa gerek. Herkesin diline pelesenktir; aklına gelen söyler, bilir bilmedik her koşulda, tam yerine geldiğinde lafı oturturlar gediğine: "Sanatçı dediğin muhalif

Takside!

Nişantaşı Abdi İpekçi Caddesi'nde, biraz önce bir ahmak ıslatan olarak başlamış ama kısa sürede ahmak olmayanları da ıslatmaya başlayan bir yağmurun altında umarsızca taksi bekliyorum. Bir Cuma günü, şehrin kalbinde, bol bol zengin turistin gezdiği bir semtte bu saatte beklediğin taksiye kavuşmak; gözlerine mil çekilmiş, aç biilaç çölde dolaşan Mec

Lale Devri'ni bitiren darbe!

Pirimiz Reşat Ekrem Koçu, "Lale Devri" isminin ilk defa Ahmet Refik Bey tarafından bir kitap adı olarak kullandığını söylese de; üstat Ahmet Refik (Altınay), Koçu'nun sözünü ettiği kitabının ekler bölümüne aldığı Nihat Sami Banarlı'nın "Bir Lale Kervanı" makalesinde, "Lale Devri"nin isim babasının Yahya Kemal olduğunu söylediğini kayıt altına alır.

Bir tek hayat geliyor hakkımızdan!

Okumaya başladığımız bir roman; bize sayfaları arasında karşımıza çıkanların aynısını yaşamış, hissetmiştim duygusu yaşatıyorsa, o roman iyi bir roman demektir. Daha ilk sayfalarda kahramanın yerine geçersiniz, yazdığı her satır size hayatınızın bir anını hatırlatır, içinden geçtiği zaman sizi alıp o dönemde ne yaptığınızı merak ettirir; ben de ayn

İki mezarı olan adam!

Bir pazar sabahı, o gün çıkmış yazımı okuyan bir dostumdan bir telefon mesajı aldım,"Yazdın mı bilemiyorum, İkinci Mahmut'un Halet Efendisini yazsana" diyordu bana. İtiraf edeyim; bu mesajı alıncaya kadar Halet Efendi'nin adını duymamıştım, bir yerlerde kulağıma çalındıysa da önemsememişim demek, zira adını duyunca kafamda hiçbir şey canlanmadı. Me

Hıncal Uluç'un sevgisini de nefretini de nasıl kazandım

Bilgisayarın başına geçip öfkeli bir yazı yazan, yazdığı yazının ertesi gün memleketin siyasetine yön vereceğine, kaderini değiştireceğine inanan, bir sonraki gün yazısının hiçbir şeyi değiştirmediğini görüp biraz daha öfkelenen, tekrar bilgisayarın başına geçip bir önceki yazısının aynısı ama bu kez biraz daha öfkelisini yazıp bir sonraki gün, bir