Nobel Edebiyat Ödülü'nü 1909 yılında alan ilk kadın yazar İsveçli Selma Lagerlöf'tür. Kitaplarında gözden düşmüş alkolik rahipler, meçhul yolcular, yolunu şaşırmış serseri süvariler, yersiz yurtsuzlar, bir yerde rahat edemeyen göçmenler ve en önemlisi bitmez tükenmez maceralı, sihirli yolculuklar var. Zaten o yazmadan çok önce büyük hikayelerin büy
YEŞİL Suda oldu her şey. Hayat suda doğdu. Su içinde geliyoruz dünyaya, çıplak ve ıslak olarak. Su olan her yerde yeşil vardır. Sonsuzluğun rengidir yeşil, bereketin Cennette rengini verir, her tarafı yemyeşildir cennetin. Müslümanlar müptelasıdır yeşilin. Resulullah, "Bu dünyanın üç şeyi üzüntüyü giderir; su, yeşillik ve güzel bir yüz" diye buyurm
Bu aralar Netflix'te oynayan "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok" filmi götürdü beni o günlere. Bundan tam 48 yıl öncesinin Hakkari'sinde karlı bir kış gününe. O zamanlar "T" şeklindeki şehrin ana caddesinde sola sapmış aşağı doğru yürüyordum. Ayağımda lastik pabuçlar, yol kaygan, ellerim, ayaklarım üşüyor; caddenin solunda yeni açılmış bir kitapçı d
"Coğrafya kaderdir," sözünü bundan birkaç yıl öncesine kadar birçok kişi gibi ben de İbn Haldun'un sanıyordum. Hatta Kobani'de "21. yüzyılın devriminden" Avrupa'ya kaçarken ailesiyle denizi aşamayıp cesedi Bodrum'da bir kumsala vuran; deniz suyuyla yıkanmış yüzü kumda yumuşak bir yastığa gömülmüş gibi duran, dokunsan tatlı uykusundan uyanacak da şa
Hannah Arendt, "Karanlık Zamanlarda İnsanlar" kitabının içindeki "Isak Dinesen" başlıklı denemesine Balzac'ın, "Büyük tutkular nadirdir; şaheserler gibi," sözünü epigraf yaparak girer. "Isak Dinesen" müstear bir addır aslında; kadının asıl adı Barones Karen Blixen veya Karen Christenze Dinesen'dir. Ailesi Tanne diye çağırır, sevgilisi ve yakın arka
Gecenin; sadece uykuları firar etmişlerin uyanık olduğu en derin bir zamanı Koltuğun kenarına yaslanmış, dışarıyı seyrediyorum pencereden, ev ahalisi derin uykuda. Kar eriyor. Geniş caddeyi sokak lambaları gündüze çevirmiş. Hep işlek caddede bir süreden beri hiçbir arabanın geçmemesi ne tuhaf! Uzaktan bir insan geçse paltosuna sarılmış kafasında be
Bir gazetede gördüğüm bir fotoğraf, sanırım hayatım boyunca hiç çıkmayacak aklımdan. Uçağın içinden çekilmiş. Koltukların tümü dolu. Kimisi dirseklerini dayamış koltuk kenarına, kimisi dalgın dalgın tavana bakıyor, kimisi çoktan yaştan kesilmiş gözlerle objektife Birbiriyle konuşanlar da var. Bütün yüzler kederli. Bazılarında endişe var, bazıları i
Bundan tam 268 yıl önce, 1 Kasım 1755'te, sabah saat 09.40'ta; Hıristiyanlıkta bilinen ve bilinmeyen tüm azizlerin anıldığı kutsal günde, "Azizler Yortusu"nda, bugünkü Portekiz'in başkenti Lizbon'da 9 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Voltaire'in deyimiyle, o gün "yeraltı şimşekleri yutuverdi Lizbon'u" her şeyiyle. İstanbul'da bile hissedilen
Felaketler bazen toplumları bazen de bireyleri vurur. Bazen tabiattan gelir insana, bazen de insandan insana On beş gün önce yaşadığımız büyük felaket, teker teker fertlerin değil, Türkiye'de yaşayan hepimizin başına gelmiş ortak bir felakettir. Kaybettiğimiz canların dışında biz geride kalanların tümünü eşit şekilde etkiliyor, eşit şekilde acı çek
Bütün ağırlığıyla üzerimize çöken felaketin üzerinden tam on gün geçti. Marmara'yı vuracak derken, beklemediğimiz bir yerden vurdu. Maraş sarsıldı, beraberinde on vilayet daha Asrın felaketi olarak gelip bağrımıza taş gibi oturdu. Bizi ısıtacak, ışık verecek olan güneş o gün tutuldu. Şaşırdık, sağa sola yalpaladık önce, sonra yardıma koşmak için bi
© 2016