İki mezarı olan adam!

Bir pazar sabahı, o gün çıkmış yazımı okuyan bir dostumdan bir telefon mesajı aldım,"Yazdın mı bilemiyorum, İkinci Mahmut'un Halet Efendisini yazsana" diyordu bana. İtiraf edeyim; bu mesajı alıncaya kadar Halet Efendi'nin adını duymamıştım, bir yerlerde kulağıma çalındıysa da önemsememişim demek, zira adını duyunca kafamda hiçbir şey canlanmadı. Meğer ne adammış! Hemen sağı solu karıştırmaya başladım. Karşıma önce Ece Ayhan'ın "Kapaklı Saat" şiiri çıktı. Şiir şöyle: "1.Kellesi alınmak üzre Mermer Denizi'nden çağrılmış ve aptesi atılmış adam yaşlıdır; "gençtir yeşildir kıymayın!" ya da gençtir; "etmeyin yaşlıdır mısırdır!" 2. Halet Efendi çakmak gözlüdür. Akrebi düşmüş saatinin kapağını açmıştır. Araya girenlere karşılığı; "bre her zaman orta yaşlı adamı nerden bulacağız!" 3. Ki diyebilecek Öküz Irmağı'nda ve dahi Ötesi'nde kapaklı saat yoktu" Şiiri tarihle iç içe geçirerek kurgular Ece Ayhan. Onun şiirinde "tarih" veya "tarihselliği" arayanlar, onun geçmiş zamanı, yani tarihi aslında "bugün" olarak algıladığını söylerler. Ece Ayhan sözlüğünde "İstanbul Boğazı"nın adı "Öküz Irmağı"dır. Dönem İkinci Mahmut dönemidir. Şiirde "Ötesi", özel isim olarak geçmiş, demek ki Halet Efendi'nin "uygulamaları" sadece İstanbul'la sınırlı değil, İmparatorluğun her yerinde bu zalimin borusu ötüyor. Halet Efendi çoktan ettiğini bulmuş. O halde neden hâlâ şairin şiirine sızıyor Bugüne ışık tutmuyorsa tarihi bir menkıbe, bir destan, bir masal gibi anlatmanın manası yoktur. Tarih boyunca "erk sahiplerinin gadrine uğramışlarla" ilgilenir şair. Aslında tarihten dökülenleri topluyor desek yeridir. Böyle değilse, "Halet Efendi" şiirine niye girsin ki Peki Ece Ayhan'ın şiirleştirdiği hadise ne ola Nedir bu genç, yaşlı demeden adam asmaca Abdülhak Şinasi Hisar, "Geçmiş Zaman Fıkraları" kitabında uzun uzun bahseder Halet Efendi'den. Asıl adı Mehmed Sait'tir ama "Halet Efendi" adıyla bilinir. Bir diğer lakabı "Devlet Kedhüdası"dır. Şöhreti imparatorluk sınırlarını aşmış. Abdülhak Şinasi'ye göre Halet Efendi akıllıydı, erk sahibiydi, cerbezeliydi, gururluydu, hırslıydı, ikiyüzlüydü, insafsızdı, garazkârdı Kelime erbabı üstadın kesesinde bu adamı tanımlayacak kelimeler gittikçe azalmış olmalı ki "af nedir bilmiyor, hiç kimseye acımıyor, herkesi menfaati için feda etmekten zerre kadar pişmanlık duymuyor" gibi tanımlamalara başvuruyor bu kez de. Aynı dönemde yaşamış devlet adamları, padişah İkinci Mahmut'tan çok, onun himayesindeki bu zorbadan çekiniyordu. Ece Ayhan'ın şiirinde bahsettiği hadiseye gelince Onun da hikayesini "Tarih-i Cevdet" kitabında Ahmet Cevdet Paşa'dan dinleyelim: Eminönü Çakmakçılar Yokuşu'ndaki Büyük Valide Han'ın kapısında üç gün içinde arka arkaya Tepedelenli Ali Paşa, İstanbul'daki sarrafı Ermeni Gaspar Efendi ve oğlu ile Andıra Adası Voyvodası Reşit Ağa'nın cesetleri asılı bulunur. Ahmet Cevdet Paşa'ya göre her üç cinayetin de sorumlusu Halet Efendi'dir. Sıra Reşit Paşa'nın asılmasına geldiğinde, şöyle bir söylenti aktarır kitabında. "Reşit Ağa'nın da fesada karıştığı gerekçesiyle asılmasına karşı çıkan oradaki merhamet sahiplerinden birisi; 'Bu Reşit henüz genç bir adamdır. Acaba bir başka şekilde cezalandırılsa,' diyecek olunca, Halet Efendi hemen onu tersleyip, bilinen tavırla: 'Genci öldürmek yazık, ihtiyarı öldürmek yazık! İdam etmek için her zaman orta yaşlı adamı nereden bulmalı demiş." Halet Efendi 1760'ta İstanbul'da doğdu. Babası kadıydı. Düzenli bir medrese eğitimi görmedi. Kendi kendini yetiştirdi. Kamuda görev almak için medrese tahsili şartken, bu şart onda aranmamış olacak ki önce Şeyhülislam Mehmed Şerif Efendi'nin "torpiliyle" kadı oldu. Bu başlangıçtı, bir süre sonra rikabı- hümayun (sadrazam vekili) reisi Mehmed Raşid Efendi'nin yanında mühürdar yamağı görevine başladı. Raşid Efendi'nin gözüne girmesi çocuk oyuncağıydı; kısa sürede teveccüh ve itibarını kazandı. Gözü yükseklerdeydi. Önü açıktı. Zekası parlak, hırsı dağlar kadardı. Kısa süre Ohrili Ahmet Paşa ve Yenişehr-i Fenar naibinin yanında bulundu. Sonra ver eli İstanbul dedi, Galata Mevlevihanesi Şeyhi Galip Dede'ye intisap etti. "Hüsn-ü Aşk"ın yazarı Şeyh Galip'in de gözüne girmek onun için iş değildi; Şeyh Galip ile Padişah Üçüncü Selim arasındaki derin muhabbetten haberdardı, bunu da fırsata çevirdi, Mevlevihaneye sık sık gelen İstanbul eşrafıyla samimiyeti ilerletti, bir sürü devlet adamının katipliğini yaptı. Yükseğe, daha yükseğe çıkmaya kararlıydı. Katiplik vazifeleri sırasında Divan-ı Hümayun tercümanlığını ellerinde bulunduran Fenerli Rumlar'la tanıştı. Katiplik işi önünde bir yığın kapı açtı. Allah verdikçe verdi, paralar biriktikçe birikti, kısa sürede büyük servet sahibi oldu. Zenginleştikçe düşmanları çoğaldı ama gücü de bir o kadar büyüdü. Önü açıktı. Büyükelçi kesedarlığına girdi ve hâcegâ (efendi) zümresine katıldı. Yeni adı artık Halet Efendi'ydi! 1803 yılında başmuhasebecilik payesi ve ortaelçi unvanıyla Paris'e gönderildi. Üç yıl Paris'te kaldı. Devir Napolyon Bonapart devridir, elçiliği sönük geçti. Bir kez daha "ver elini İstanbul" dedi. Fransa'ya dair gözlemlerini şöyle kayda geçirdi: "Üç dört sene içerisinde yirmi beş bin kese akçe toplanırsa, enfiye, kağıt, kristal, kumaş ve porselen için birer adet atölye ve dil ve tarih ve coğrafya için bir okul yaptırıldığı takdirde beş sene içerisinde tutunacakları hiçbir dalları kalmaz. Ticaretlerinin bütün geçerlilikleri bu beş şeyden ibarettir." İstanbul'da bir büyükelçiydi artık, ardından "Rikab-ı Hümayun Reisilküttabı" oldu. Fransızlar adamda ne gördülerse; Fransa elçisi Sebastiani, "İngilizlere ajanlık yapıyor" diyerek onu ihbar etti. Bu ihbar üzerine görevden alındı, 1808 yılında Kütahya'ya sürgüne gönderildi. Bir sene sonra Sultan İkinci Mahmut onu affetti. Rafet Efendi hünkarın gizli danışmanlarındandı, onun yanına yerleşti. Önünde tekrar ikbal merdivenin basamakları belirmişti. Teker teker çıkmaya başladı. Bu sırada Bağdat'ta, Vali Hüseyin Paşa'dan kaynaklı bir karışıklık baş gösterdi. İstanbul lobisi hemen devreye girdi. Bu meseleyi çözse çözse Halet Efendi çözerdi! Padişahı ikna ettiler. Halet Efendi için sorun çözmek çocuk oyuncağıydı. Önce Musul'a gitti, Kürt aşiretlerini yanına çekti, Baban Mutasarrıflarının güvenini kazandı, Süleyman Paşa'yı idam ettirdi, yerine Abdullah Ağa'yı oturttu ve muzaffer bir komutan edasıyla İstanbul'a döndü. Padişah'ın güzünün nuruydu artık! Ona şu görevler verildi: Özel Kalem Müdürü Özel Büro ve gizli haberleşme müdürü Saray sözcüsü Mektupcubaşı Protokol müdürü Eline bu makamları geçiren Halet Efendi bir süre sonra padişahın bile korktuğu bir adam haline geldi. Halk arasındaki adı "Devlet Kahyası" oldu. Padişahın başdanışmanı, bir numaralı adamıdır. Tüm tayin, terfi, azillerden o sorumludur. Padişahla kim görüşecek ne kadar görüşecek ne görüşecek hepsi onun iznine bağlıdır. Halet'in adamları olan kişiler bile padişah nezdinde makbul adamlardır, Halet Efendi'nin "iyidir" dediği vali iyi, kötüdür dediği hiçbir idareci görevinde kalamazdı. Saray çevresinde onunla ilgili kimse kötü bir laf etmez oldu. Edenler kendini Fizan'da buldu. Anında "itibarsızlaştırıldı". Tam bir kumpas adamıydı. İstemediği bürokrat, anında kendini "zındık, darbeci, uçkuru gevşek, kafir" buldu. Bürokraside karşısına çıkan herkesi hemen harcadı. Şeyhülislam Hacı Halil Efendi, Sadrazam Mehmed Emin Paşa, Yanya Valisi Tepedelenli Ali Paşa, Sadrazam Benderli Ali Paşa gibi isimler onun gazabına uğramış mühim devlet adamlarıdır. Abdülhak Şinasi Hisar, kitabında onun hakkında birçok anekdot nakleder ki bir ikisi şöyle: Devrin şeyhülislâmı el-hac Halil Efendi, Halet Efendi'nin bazı icraatlarını eleştirdi. Bunun üzerine Halet Efendi ona kancayı taktı. Bir süre sonra ikisinin de hanımları işin içine karıştı. Şeyhülislâmın karısı Ziba Hanım, Halet Efendi'nin aleyhinde ulu orta konuşmaya, ileri geri laflar etmeye başladı. Bir gün Ziba Hanım, Beylerbeyi'nde bir havuz başında Halet Efendi'nin karısı Lebibe Hanım'la karşılaştı. Ziba Hanım cariyeleriyle birlikte Lebibe Hanım'ın, ağzına geleni söyleyerek üzerine yürüdü. Durumu öğrenen Halet Efendi, allem edip kallem edip şeyhülislâmı azlettirdi. Bununla da yetinmeyip karısıyla birlikte Bursa'ya sürdürdü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, Halet Efendi bu sefer de türlü hilelere başvurarak Halil Efendi'yi Bursa'dan