Lütfü Hoca, okuyor, kardeşi Osman da tatbik ediyordu...

Katran elde edildikten sonra, tarife göre arpa unu katıldı, macun kıvamında siyah bir hamur yoğruldu. Hayriye Hanım: - Mübarek olsun Bey! Ragıp üzülecek ama! - Niçin - En iyisi onun tekesi. Onu çok seviyordu. Çocuklar; "O senin, bu benim" diye gıdikleri kendi aralarında paylaşmışlar. Aha, Enâm'ı da getirdim. - Ben ona daha iyisini alırım. Ver bakalım. - !!! Sayfaları birkaç kere sağa sola çevirerek çok kısa zamanda "ARDIÇ KATRANI HAPI" yazılı yeri buldu. İçinden; "Allah Allah!" dedi, hanımına döndü: - Hayriye! Kaç aydır inim inim inliyorum! Ben de bu kitabı defalarca inceledim. İçinde çeşitli hastalıklara karşı ilaç tarifleri olduğunu biliyordum. Her defasında da itinayla ve dikkatlice okudum, buna rağmen burayı hiç görmemişim. - Demek bugünü bekliyormuş her şey! - Çilemi çekmem lazımmış. - !!! Osman'a haber verildi. Eğri Göle giden yolun yamaçlarından ardıç getirildi. Yusuf Usta, tenekelerden bir düzenek hazırladı. Küçük soba şeklinde bir kap yaptı... Üstü kapalı, alt tarafı huni şeklinde ortası delikti. Üstten de kıyılmış, kabuksuz ardıçların sıkıştırılarak istif edileceği bir kapağı vardı. Osman Efendi, berber olduğundan mı ne eli de bu çeşitten işlere yatkındı. Vakit kaybetmeden bir köşede toprak kazdı. O soba gibi tenekenin içini tıka basa kıyılmış ardıçlarla doldurdu. Kazdığı çukura yerleştirdi. Huni gibi kısmını içine alacak şekilde bir ikinci bakır tası da altına yerleştirdi. Kuru çam dalları ve kozalarla da soba gibi düzeneğin etrafını ve üstünü döşedi. Çırayla bu kuru koza ve odunları tutuşturdu. Düzeneğin etrafını saran odunlar yanmaya başlayınca, bir çıtırtıdır koptu ki, dinlemeye değerdi. Her yanıp kül olan odunun yerine yenileri ilave ediliyordu. Tarif edildiği kadar içi ardıç dolu düzeneğin etrafında ve üzerinde ateş yakıldı. Sonra soğumaya bırakıldı. Birkaç saat sonra ocak açıldığında düzeneğin altındaki boş kap neredeyse yarısına