"Kız hele yanıma gel, sana ne diyeceğim"

"Benim sandıktan şu deri kaplı, uzunlamasına açılan, babamdan yadigâr Enâm var ya... onu bir getirsene!..! Anası, Hafız'la Sagıp'ın nerede olduklarını sordu Ragıp'a: - Hafız abim namazgâhta, vakit gelince ezan okuyor, Sagıp'la beraberdik, göllerden geldik, belki babamı görmemek için Yahyalara gitmiştir. Onunla beraberlerdi çünkü. - Babanı görmekten korkmak öyle mi Vah vah! - Herkes korkuyor ana, kimse yüzüne bakamıyor... Kimi üzüntüsünden, kimi korkusundan! Biz de hem kederimizden, hem de babamdan dolayı... - Neyse anladım, haklısın. Bak ne güzel hizmet ediyorsun. - Düşünerek değil, bir anda oldu - Oğlum... Bu konuşmalardan mı, yoksa uykusunu almış olmasından mı ne, birden uyanan Lütfü Hocanın yüzünde buruk bir tebessüm vardı. Sanki güneş gibi şavkıyordu. - Hayriye! - Efendim. - Kız hele yanıma gel, sana ne diyeceğim - Buyur bey, ne diyeceksin - Benim sandıktan şu deri kaplı, uzunlamasına açılan, babamdan yadigâr Enâm var ya... onu bir getirsene! Yok yok! Sandıktan çıkarmıştım, şu karşı terekte olmalı... - Tamam, getiririm de nasıl tutacaksın - Sen hele al gel! Çok güzel bir rüya gördüm. - Hayırdır bey! - Telâşlanma hanım! - Eee! - Uçsuz bucaksız bir derya kıyısındayız. Bir tarafı alabildiğine zümrüt yeşili çayır, bir tarafı çivit rengi derya... Sen ben, çocuklar, anam, Osman, Ömer, Yaşar, Nezakât anamgil, Nusret, Tevfik, Esma Ablamgil, İbrahim, Abdullah, Hamdullah amcamlar süt kardaşım Faik Çavuş... anlayacağınız bütün aile oradaydı. Bizim köyden başkaları da vardı ama tam seçemedim kimler olduğunu. Bu arada gaipten bir ses yankılandı kulaklarımda. Bazen Hasan Baba'nın sesine benzetiyorum, bazen de Alvarlı Efe'ninkine "Lütfü! Lütfü kalk artık! Ne miskin miskin yatıyorsun! Hafız Yusuf'un enamındaki "ardıç katranı merhemini, ilacını" yap, kurtul bu illetten" Çok şaşırdım ama göremiyorum ki; "Efendim