"Sen kim oluyorsun be adam, böyle dolaşıyorsun.."

Başındaki beyaz takkeyi çıkarıp cebine koymak istediyse de elinden aldığı gibi yere attı. Atını üzerinden tepindirdi!.. Etem Ağa iki atla hazır kıta bekliyordu. Gülerek selâm verdi. "Hocam; sen kır ata, ben doru ata" deyip ata atlaması bir oldu. Aynı çevik hareketle Lütfü Hoca da atına bindi dehledi. Aşağı Yakup Ağanın evlerinin önüne gelince, gayr-i ihtiyari dönüp tekrar geri baktığında Hayriye Hanım, Fadime'si kucağında üç oğulcuğu yanında boynu bükük peşi sıra bakıyordu. Ta Erzurum'dan dönene kadar bu tablo, gözünün önünden hiç gitmeyecekti O suretle Karaağaç gölünden aşağıya çabuk indiler. Yolda söz döndü dolaştı Alvarlı Efe'ye geldi. Herkes onu konuşuyordu. Erzurum vilayetinin en büyük yaşayan evliyası deniyordu. Hem Ehl-i sünnet velcemaat itikatında, hem Nakşibendiye fırınında pişmiş bir gönül adamıydı. Mutlaka müritlerinin arasına ismini yazdırmaya kararlıydı da bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Hele şu illetten bir sağ salim kurtulabilseydi Yol da vakit de nasıl geçti tam anlayamadılar. Şekerli'nin içinden geçerlerken rastladıkları birçok insan; "Bir bardak çayımızı içmeden bırakmayız" deseler de Erzurum otobüsünü kaçırmamaları lazım geldiğini söyleyerek, ancak müsaade alabildiler. Büyük Çay'ın en coşkulu zamanıydı. Kestirmeden geçme riskine girmedi, köprüye yöneldiler. Tam Keğani'den gelen yola çıkacaklardı ki iki jandarma ile bir başçavuşun İd'den bu tarafa doğru geldiğini gördüler. Yanlarına gelince doğru Lütfü Hocanın yanına giden başçavuş: - Sen kim oluyorsun be adam, böyle dolaşıyorsun - Ben bir şey değilim baş efendi! - O başındaki ne O başındaki ne - !!! Birkaç hafta önce müfettişin köyde yaptığını, şimdi de tarlaların arasında bir başçavuş yapıyordu. Bu ne menem bir bez parçasıymış da haberi yokmuş! Köyde, arazide, her yerde başına işler açıyordu. - Baş efendi ben Verintap'ın imamıyım, aha bu Etem Ağa