Ragıp Karadayı

Türkiye

"Hoşovlular Hocamızı vurmuş" deyip Keçesor ayağa kalkmış!

"Mübarek Efe hazretlerinin eline benzettiğim bir el geldi yaralı bacağımı sığadı, kayboldu. Ne ağrım sızım kaldı, ne de kan akışı." Lütfü Hoca: -Mirze Bey önce bir tülbentle bacağımı, dizin üzerinden sıkı sıkı bağladı. Bu arada Mübarek Efe hazretlerinin eline benzettiğim bir el geldi yaralı bacağımı sığadı, kayboldu. Ne ağrım sızım kaldı, ne de ka

Gülbeyi'nin belinde kocaman bir tabanca görünüyordu!..

"Soba yeni tutuşturulmuştu. Üzerine, su dolu bir güğüm koydum. Sabah namazına kalkınca ılık su hazır olsun diye düşünüyordum!.." Lütfü Hoca: - Vakit geçince komşular müsaade istedi tek tek ayrıldılar. Ben de kapıyı, pencereyi kapatıp sofrayı topladım, Gülbeyi'nin yanına doğru yürürken kendi kendime Alvarlı Efe'nin sık sık söylediği: Mevlâ bizi afv

"Komşular, bu akşam niçin geldiğinizi biliyorum..."

Bizim hanım, talebelerin ekmeklerini pişirir, yemeklerini yapar, elbiselerini yıkardı. Kendi evlatlarımızdan ayırt etmezdik. Bu kadar konu komşu o meseleyi canlı, bizzat yaşayandan dinlemeye gelmişti. Lütfü Hoca, oturduğu minderin üzerinde boğazını temizleyip herkesi görecek şekilde yerine yerleştikten sonra başladı anlatmaya: - Komşular, niçin ge

Anlatacaklarını pek merak ediyorlardı!..

Keçesor'daki hadiseyi duymayan yoktu ama herkes bir şeyler ilave etmiş veya eksiltmiş, farklı taraflara çekilmişti iş... Gözlerini yine uzaklara dikti Lütfü Hoca pek efkârlanmıştı. O öyle meyus olunca bu sefer tam tekmil herkes de sessizce kalakaldı. Dışarıdaki rüzgâr da dinmiş, ay da bulutların arkasına gizlenmiş, hepten batmıştı. Lütfü Hocanın

Lutfiyâ zannetme dünya dâimdir. Gider bu güzellik sana da kalmaz.

Bu kış akşamında Ayşe yengenin kartol hıngeli bol tereyağlı yenildi. Alvarlı Efe ilahilerinin biri bitip diğeri başlıyordu... Haydar Ağa, bugün coşmuştu. İçerinin ılık sıcaklığı, fokurdayan güğümler, çay bardakları, kahve fincanları, şimşir kaşıklar, oradan oraya koşuşturanlar, sonra tütün tabağını açan Abbas Ağanın fiyakalı cıgara çekişi Bütün bu

Gri bulutlar, toprak damdaki tayalara yakın uçuşuyordu!

Adam boyu kar yığılı sokak aralarından geçerken gözüne fılik papaklı adamlar, ucu bulutlara yükselecekmiş gibi tüten bacalar takılıyordu. Karda dolaşamayan, doya doya oynayamayan, ayakları çıplak çocukların durumunu düşünmek dahi istemiyordu Lütfü Hoca. Kendi çocukluğundan onların içinde bulunduğu ruh hâlini o kadar iyi biliyordu ki "En çabuk don

"Sıcak bir ev, huzur ve saadetin yarısı sayılır"

Köyde kış, ne yaparsan yap yarı yarıya donmak demekti. Lütfü Hoca, mevsim ayırımı yapmasa da oldum olası soğuktan korkardı. Lütfü Hoca: - Aklımın, kalbimin ve şuurumun birbirleri arasındaki amansız muharebeler çok ürkütücü, bir de bitmek nedir bilmiyor. Bir şekilde bedenimin, ruhumla uyuşmadığı nice saatler boyu kendi kendime yaşıyorum! Anlayacağ

"Bu devrin insanı anlamaz onları. O devrinkiler de bizleri..."

Helâlleşip cemaat dağılırken Haydar Ağa; yarın akşam böyle herkesi, firesiz beklediğini bir daha hatırlattı... Dervişlerin bütün şartlarını kabul eden Haşıl Baba da aralarına katılmış. Acıkmışlar, dervişlerin biri duâ etmiş bir sofra peydahlanmış yemişler. Günler sonra diğeri duâ etmiş yine karınlarını doyurmuşlar. Başka bir gün de acıkmışlar, bu

Cümle ümmet-i Muhammed'e ağlayarak duâ ediyorlardı...

Akıl gönül sultanını bulana kadar, bulduktan sonra kenara çekilmezse ona akıl demiyorlar Mübarekler... Lütfü Hoca: - Yalnız, birlikte şahit olduğumuz kerametleri tekrar ettik. Hocamıza olan muhabbetimiz, bağlılığımız arttı. Hiç kimse diğerlerinin hususi hayatlarını sormadı. Aklımıza bile gelmedi. - Demek onlar istememişler. - Hikmetini bilemiyoruz

"Mübarek olsun Lütfü Hoca, senin yanında olmak isterdim"

"O büyüklerde zerre kadar dünya muhabbeti yoktur, rahatlarını, keyiflerini düşünmezler asla..." Bu minvalde sohbet devam ederken kapı "çat" diye açılıverdi. Bütün başlar, bu sefer de o tarafa çevrildi. Giyim kuşamından pek zengin biri olduğu belli olan; orta yaşlarda bir adam girdi. Demek meşhur ve itibarlı birisiydi ki herkes ayaklandı. Sadece mü