Ragıp Karadayı

Türkiye

Tekrar kucaklaştılar! Gözlerinden yaş gelmeden ağlıyorlardı!..

"Gece yola çıkma! Sabah namazını da kıldır, cemaatle helâlleş, bana söylediklerini onlara da de, öyle git canım Hocam..." Atına atladı tam dehleyecekti ki; çoktan beri görmediği Çakımetler'in Mahmut Efendi çıkageldi. Sanki, vücut diliyle "Nereye gidiyorsun Lütfü Hoca Bizim kavlimiz böyle miydi" der gibi bir hâli vardı. Konuşmadan "Hadi cevap ver..

"Fazla üzmemek için başka bir şey sormayacağım!"

"Allah Allah! Nereden icap etti, niçin "Bu gidişte Verintap'tan katiyen ayrılmam" diyordun ya bey!" Hayriye Hanım, Lütfü Hocayı soru yağmuruna tutuyordu: - Allah Allah! Nereden icap etti, niçin "Bu gidişte Verintap'tan katiyen ayrılmam" diyordun. Gidiş mi değişti - O gidiş devam etseydi sözüm sözdü! Benim fikrim öyleydi de Rabbim, buradan içecek s

"Atı hazırlatıyorum hafızlara, Aha'ya gideceğim inşallah!.."

Hayriye Hanım erini öyle tanırdı ki gülse gülücüklerinin içindeki acıyı, ağlasaydı gözyaşları içindeki sevinci hissederdi. Lütfü Hoca: - Her şeyimiz imtihana tâbidir. Allahü teâlâ çok mal verir veya fakirlik verir, imtihan eder. Sıhhat veya hastalık verir, imtihan eder. Karşılaştıklarımızın hepsi imtihandır. İmtihan demek, terlemek demektir. İmtih

Anladık ki o, Hızır aleyhisselâmdı!..

Bütün komşuları dolaştım, kapıları tıklatıp "Bir ihtiyarın gelip gelmediğini" sordum... Lütfü Hoca, gördüğü nur yüzlü dedeyi anlatıyordu: -Ağzını sonuna kadar açtı, baktım. Birinde bir karaltı olmadığı gibi, sanki hiçbir şey yememiş kadar da temizdi. İyice hayret ettim. "Dede, çok şaşırdım! Maşallah maşallah!" dedim. Müsaade istedi kapıdan çıktı.

"Misafirliğe geldiyseniz içeri buyurun dede"

"Dış kapı açık, tam avluda da bir ihtiyar bekliyordu: "Hayırdır, ne istiyorsunuz bu saatte burada" Lütfü Hoca: - Anahanım Gelin ehramın altından; "Öyle tabanca mı olurmuş! Gelin bizim herifinkini görün de gözleriniz silah görsün!" demesiyle tabancayı ona doğrultum; "Bak vururum!" dedim, tetiği çektim. Yine bir şey yok... Sanki akıl tutulması yaş

"Artık saat gibi çalışan bir tabancam olmuştu; ancak!"

"Kıştan birkaç ay önceydi; anlayacağınız son güzün, kayınbiraderim Abdurrahman Çavuşla Horum Düzüne gitmiştik." Cafer Ağa: - Anahanım Gelin, çocuklarını alıp geldikten sonra ne oldu Hocam - Ne olacak, anacığım okudu. O okudukça çocuklar sakinleşti ve uyudular. Ben de eski paslı bir tabancam vardı onunla uğraşıyordum bir köşede. - Tabancanın sizde

"Siz o unutamadığınız silah seslerinden bahsedin!.."

"Hocam, Topyolu'nun o yüzü Hoşov, bu yüzü de bizim köyler Havası da, suyu da aynı..." Anahanım Gelin; "Sorma yenge; uyumadılar, hep ağlıyorlar. Bir okusanız nasıl olur" deyince aralarında şöyle konuşmalar geçti: "Gir, önce rahat nefes al! Bak uşaklar sakinleşti" "Hoca evinin bereketi olsa gerek!" "Önce çocukları al sobanın başına geç. Yaklaş şöyle

"Dışarı çıkınca Hoşov'daki o acıyı yeniden yaşadım!.."

"Anlatacağımı da böyle ağır bir kış günü yaşamıştım. Silah sesleriyle irkilince, bir anda o dehşet dolu güne gittim..." Kurbanî Bey: - Bu okuduğunuz beyit ne manaya geliyor Sadece merak... - Ha çok güzel sual. Sormasaydın da izah edecektim Kurbanî Bey kardeşim. Önce manasını bilemeyeceğinizi tahmin ettiğim kelimeleri öğrenelim. Sonrasını zaten siz

"Gökten ne yağdı da yer kabul etmedi Hocam"

"Dışarıda tüfek seslerini duyunca aklıma hiç unutamayacağım, her hatırladıkça dizlerimin bağı çözülen, yaşadığım bir hadise geldi..." Abidler'in Memmet, Sık sık öksürüyordu ve küçük bir çocuğa örtü olabilecek kenarları mavi şeritli mendiliyle yüzünü sildi. Daha sonra cebinden otuzüçlük Oltu taşı tespihini çıkararak bütün dikkatiyle Lütfü Hocayı di

"Duyduğumuz tabanca değil, tüfek sesi Hocam!.."

Sohbete hazırlanırken, dışarıdan gelen silah seslerine ayaklanan Verintaplıları teskin etmek kolay olmuyordu! Bütün mahlûkat bu ak ve soğuk kelebeklere boyun eğmiş, evlerine, yuvalarına çekilmişler, mütevâzı yerlerinde kıpırtısız duruyor... Aralıksız yağan karın içinden ne olduğu tam belli olmayan mor silüetler geçti bir ara. İleride harmanların