"Hoşovlular Hocamızı vurmuş" deyip Keçesor ayağa kalkmış!

"Mübarek Efe hazretlerinin eline benzettiğim bir el geldi yaralı bacağımı sığadı, kayboldu. Ne ağrım sızım kaldı, ne de kan akışı." Lütfü Hoca: -Mirze Bey önce bir tülbentle bacağımı, dizin üzerinden sıkı sıkı bağladı. Bu arada Mübarek Efe hazretlerinin eline benzettiğim bir el geldi yaralı bacağımı sığadı, kayboldu. Ne ağrım sızım kaldı, ne de kan akışı. Gördüklerimden habersiz Mirze Bey, beni sırtüstü yatırdı. Ayağımın altına da bir yastık yerleştirdi, kanın akışını durdurdu. Yine temiz bir tülbentle merminin delip geçtiği yeri de kuvvetlice sardı sarmaladı. Bunlar olurken "kötü haber çabuk yayılır" derler ya, kim nereden, nasıl duymuşsa "Hoşovlular Hocamızı vurmuş!" deyip bütün Keçesor ayağa kalkmış! Bu arada tutsalar Gülbeyi'ni orada linç edeceklermiş. Sonradan öğrendim. Hemen Gülbeyi'nin at arabasını hazırladılar. Yatak yorganla yer yapılıp beni bindirdi, Horasan'a sürdüler atları. Gece yarısında hastaneye gittik. Doktor yatağından kaldırıldı geldi. "Ne yapmışsınız bu adama" diye sert çıkıştı. Kimse bir şey diyemiyordu. Mirze Bey; "Nasıl olmuşsa karanlıkta düşmüş, mısmar saplanmış doktor Bey!" Bu cevaba doktor öyle hiddetle baktı ki; sanki gözleriyle Mirze Bey'i yiyecek gibiydi. "Ya nasıl düşme, nasıl bir mısmarsa zımba gibi delip geçmiş!" Başını hırsla sağa sola çevirdi, ofladı pufladı ama "mermi yarasını bilmeyecek kadar ahmak değilim!" diyecekti, yutkundu demedi. "Madem sizler öyle diyorsunuz, hoca efendi de sizinle birlikte hemfikirse ben ne yapayım" dedi, yarayı oksijenli sularla sildi, temizledi. Çeşitli merhemlerle her iki kısmı besledi, sargı bezleriyle sardı istirahate bıraktı. Bu arada kanı durduranın kim olduğunu soran doktora Mirze Bey gösterilince gidip alnından öptü. "Çok şükür ki yara ölümcül yerden değil ama eğer öyle yapmasaydın, kan kaybından giderdi hoca efendi" deyip tekrar tekrar tebrik etti. - Hocam, köy yerlerinde olmadık kazalar yaşıyoruz. O anda