"Komşular, bu akşam niçin geldiğinizi biliyorum..."

Bizim hanım, talebelerin ekmeklerini pişirir, yemeklerini yapar, elbiselerini yıkardı. Kendi evlatlarımızdan ayırt etmezdik. Bu kadar konu komşu o meseleyi canlı, bizzat yaşayandan dinlemeye gelmişti. Lütfü Hoca, oturduğu minderin üzerinde boğazını temizleyip herkesi görecek şekilde yerine yerleştikten sonra başladı anlatmaya: - Komşular, niçin geldiğinizi biliyorum. Bu akşam yemekleriyle Efe hazretlerinin dudaklarından dökülen beyitleri dinlemekle bi hoş olduk. Başta hane sahibinden ve bütün buraya teşrif eden kardeşlerimizden Allahü teâlâ razı olsun. -Amin amin, ecmain. -Keçesor'da güneşli bir güz günüydü. Talebem çoktu lakin sekiz dokuz tanesine hafızlık yaptırıyordum. Belki tanırsınız Keçesorlu Mirza Bey'i... İşte o gönül ehli, bu işler için bir oda vermişti bize. Hoşov'dan, Horum, Sanemer, Keçesor'dan talebeler geliyor, bu odada ders çalışıyor, yine burada yatıp kalkıyorlardı. Yani buraya iptidai medrese desek doğrudur. Kış gelip bastırmadan talebelerin ailesi onlara bir sene yetecek kadar un, bulgur, peynir, yağ, olan kavurma, bal getirirdi. Gelen malzemeleri bize tahsis edilen evde muhafaza eder, ihtiyaçlarına göre de çocuklara verirdik. O zor şartlarda basit, basit olduğu kadar da pratik bir yol bulmuştuk. Bizim hanım, talebelerin ekmeklerini pişirir, yemeklerini yapar, elbiselerini yıkardı. Kendi evlatlarımızdan ayırt etmezdik. Hatta daha fazla üzerlerine titrerdik. - Şimdi de var ya hocam. Bizim köyden olanları saymasak Koşkas'tan Rasim Hafız, Karşem'den Hızır Hafız Maşallah talebeniz eksik olmuyor. - Elhamdülillah! Ne büyük nimet. Hoşov'dan Hamza Gözüm diye bir talebem vardı. Çok sevdiğim bir ailenin mahdumu... Onu Hoşov'dayken hafızlığa başlatmıştım. Keçesor'a gelince; "Hayırlı iş yarı kalmasın..." dedik, alıp yanımızda getirdik. Sonra da bacanak olacağımız Hamza'yı da pek seviyorduk. Onun ağabeyi vardı, ismi Gülbeyi, mutlaka tanıyanlarınız vardır. - Tanımaz olur muyuz hocam Her güz onların dağa yaban armudu toplamaya gideriz.