Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmıştı!..

Hiç tahammül edilecek gibi değildi!.. Bir ömür harcadığı imamlığı, hafızlığı bir anda darmadağın edilmiş; kalbi fena kırılmıştı. Bir meydan dayağı yemişten daha beter hırpalanmış, âdeta canlı canlı işkenceye tabi tutulmuştu.Belki hoca efendi haklıydı, öyle de olsa bu kadarı fazlaydı. Hem yaşlı hem misafir birini insafsızca haşlamak olacak şey değildi. Usulünce söyleseydi zaten bırakırdı.Cemaat de fena karışmıştı. "Demek ki fitne denilen şey böyle çıkıyordu..." diye düşünüyor, tanımadığı mahalle camiinde başına gelenlerden kahırlanıyordu. Canı yanıyor, kulakları çınlıyor, içten içe ağlıyordu. Fırtına dinecek gibi değildi; köyü, evi-barkı ateşe verilmiş, her taraf alev almış yanıyor, sessiz 'âhu vâhı' göklere yükseliyordu da duyan, gören, imdadına yetişecek birileri yoktu..."Âh! Evet, bu ve benzeri felâketleri bir daha yaşamadan ne yapılacaksa yapmalı..." diye söylenerek epey zamandır yol aldığı dar sokakları geçip Fatih Cami-i şerifinin bahçe kapısından içeri girdi. Müftülük, hemen sağ taraftaki iki katlı mütevâzı binadaydı. Ne olur ne olmaz kabilinden üzerindeki yazıyı bir daha okudu. Betonarme binaların ve asfalt caddelerin aksine burası daha bir Osmanlı kokuyordu. Geniş düzlük, etrafı dolduran kuş sesleri, gittikçe sarı bir tül gibi şehri aydınlatan güneş huzmeleri, kuşluk vaktinin iyice girdiğini, mesainin çoktan başladığını gösteriyordu.Uzaktan gelen Kur'ân-ı kerîm okumaları, belli belirsiz insan sesleri, yakında bir medresenin olduğunun müjdecisiydi lâkin iyice de yorulmuştu. Sıkça esnemesi mutlaka uyku alâmetiydi ama işini bitirmeden de istirahat etmeyecekti.Bir an evvel evine ulaşmak isteğiyle son bir hamle daha yaptı. Küçük bir talebe grubu nereden çıktıysa çıktı etrafını sardı. Durmadan, "Sen hoş gelmişsin..." diyor, o ilerledikçe onlar da peşi sıra koşturuyordu. Belli ki kursiyerler, dışarıdan her gelenin yardım etmesinden dolayı