Saçı, sakalı ağarmış, beli de iyice bükülmüştü...

Önce mahalleden ihtiyar bir teyze gelmişti elindeki yemek tepsisiyle. Sonra isminin Zehra Teyze olduğunu öğrendiğim bu garipler anasının çok iyiliğini görecektik. Hâlimizi görünce ihtiyaçlarımızı karşılayacak ne varsa evinden toplayıp getirecekti. Sonra diğer mahalleliler de yardımımıza koştu, muhabbet büyüyerek burada da zirve yaptı.Bu yardımlaşma ve dayanışma sayesinde kendimizi toparlayabilmiş, ayaklarımız yere basmıştı. Başkasından yardım almaya alışkın olmadığımız için utanmıştı anacığım bu durumdan. Komşuların da ev geçindiren insanlar olduğunu her vakit dile getiren anacığım, kimine ikinci, kimine üçüncü boğaz olduğumuzu ilave ediyor, iyilikleri için minnettarlığını söylüyordu. Uzun müddet evimizde yemek yapılmadı.Türkiye'nin şarkından garbına, diğer bir ifadeyle en doğusundan en batısına gelmiş ve buradaki insanlarla da kısa zamanda kaynaşmıştık. Bu kadar candan, bu kadar yakın insanlarla karşılaştığımız için hep şükreder dururdu anacığım. Anlayacağınız ailemizin korkuları çabuk dağılmış, durumdan pek memnun olmuştuk.Bir ara babacığım Hocasını ziyarete gitti. Tabii çoktan emekli olmuş Düzce'ye yerleşmişti. Babamı karşısında görünce "O Lütfü Hoca! Sen hoş gelmişsin. Ben sana yirmi üç sene önce ne demiştim 'Seni Yassıören köyüne imam verdim. Hadi çabuk gel...' diye yalvarmıştım. Sen ne yaptın Ancak bu kadar sene sonra duydun sesimi. En sonunda yine geldin dediğim yere. Hadi mübarek olsun..." deyip boynuna sarılmıştı... Hacı Lütfü Hafız İstanbul'a gelişini anlatırken hocalarının himmet ve tasarrufunu hep yanında hissettiğini, onların duâlarının bereketiyle çok nimetlere kavuştuğunu anlatacak, onlara duâ edecekti bir ömür boyu. Gönlünü ver içten bağlan hocanaO zaman Mevlâmız yâr olur sana.Kalbin mânevi feyzlerle dolar