Ragıp Karadayı

Türkiye

Burada baharın geldiği o kadar belliydi ki...

Güneş yutan ruhsuz ceset gibi ağaçlar, yeşil libaslarıyla düğüne gider gibi süslenmişler, etrafa huzur saçıyorlardı.Hocam bir gün "İnsanların hâlleriyle hâllenmek büyük bir meziyettir. Her insanın düşeceği zaman bir desteğe, hele hele tebessüme daha çok ihtiyacı vardır" der, bizlere olmamız lazım gelen yolu gösterirdi. Onlar lafta değil hakikaten d

Etrafımı seyrettim muhtelifdüşünceler içinde...

Havanın güzelliğinden dolayı çoğu vakitler dışarıda oturuyordum. Çığlık çığlık bir martı bulutunun içinde hissediyordum kendimi.Kendi kendime "Ohhh! Bu bahar denilen mevsim ne kadar da güzel ya! Pırıl pırıl sema, üzerinde nardan bir kocaman küre gibi güneş, altın huzmelerini üzerimize üzerimize salıyor! Her taraf masmavi ve bir o kadar da kızıl...

Çocuklar ihmale gelmez, eğitimasla boşluk kabul etmezdi...

Nice Abdullahlar yanlış yönlendirmelerin kurbanı olmuşlardı. Nice temiz evlatlar, çelik çomak oynayarakziyan olmuyorlar mıydıBizim Abdullah, birçok mevzuda hayrette bırakmasına rağmen iki mevzuda beni düşüncelerden düşüncelere de sevk etmişti:Şimdi diyeceksiniz ki "Acaba ne yaptı da bu adamı seni böyle hâlden hâle soktu" Böyle düşünmekte haklısınız

İşin mânevî tarafını düşünerek'hayır'diyemedim çocuğa...

O iri elâ gözlü, ufacık tefecik, Abdullah ismindeki; kendi küçük, yüreği kocaman çocuk, olmayan aklımı da alıp götürmüştü...Kulübeme açık, sakin bir yaz sabahı uğramıştı masum çocuk. Dışarı çıkmama fırsat vermeden "Hocam, ne vakittir sizi arıyordum. Sormadığım adam, gitmediğim yer kalmadı. Son olarak uğradım, eğer bugün de bulamasaydım sarayın yolu

Çocuk, ne yapıp etti, benien zayıfnoktamdan yakaladı!

"Hocam ben seni gökte ararken yerde buldum. Lütfen bana sırlar âleminden bahset. Fırsat buldukça kitaplarımı alıp geleceğim"Her ne hikmetse çocuklar su ve yeşili pek seviyorlardı. Sık sık da bulunduğum yere kadar gelip ortalığı çın çın çınlatıyorlardı. O, Behlül Dânâ hayranı çocukla karşılaşmamak için insanlara mesafeli dursam da en sonunda gelip b

İç ve dış düşmanlara karşıdikkatli olmam lazımdı...

Bu yüksek dağlardan kopup gelen, taa Bağdat'ımıza kadar ulaşan derya misali sular, durmadan bereket taşıyordu ovalara.Düşmanlık için fırsat kollayıp çirkin işler yapan, kötü muamele edenler; en çok da güzel insanlara iftira atanlar, pek çok fitne kazanını kaynatmaya çalışanlarınher zaman, her yerde olabileceğini de anlamıştım. Bunların hepsi de iç

Ayak sesleri duyuyorum her yanımdan...

Kadınları görüyorum kırmızı testilerle Dicle'ye inen. Salınan develer görüyorum, sarıklı adamlar...Rengârenk çiçekler, sanki toprak deryası üzerinde yüzüyor nurdan balıklar gibi yeşil sularda. Bir zümrütten sap alıyorum elime. Kendimi onun yerine koyuyorum, yani sap oluyorum. Köklerim yeryüzünün derinliklerine iniyor, taşlı kupkuru toprağı demir ka

"Hangi sözlerim tesir etti debana hak verdiniz.."

"Tövbe etmene, bu Rabbimizin razı olmadığı fiilden vazgeçmene çok sevindim. Epey zamandır dil döküyorum malumunuz."Karşımda esip gürleyen bu tanımadığım adamı yanlış düşüncesinden vazgeçirmeye çalıştım. Söylediklerim öyle tesir etmişti ki adam en sonunda pes etti. "Vazgeçtim!" dedi, defalarca teşekkür ederek elimi öpmeye çalıştı. İntihardan vazgeçt

Ahir ömrümü düşündükçeaklım başımdan gidiyordu!

Derin uykudan büyük facia ile bir anda uyanmış, korkudan büyümüş gözlerle etrafımı seyreder gibi hep diken üzerindeydim.Onun yani nefsindikenli dal ve budaklarından kurtulmam çok zordu. Bu endişe ile doluydum hep.Solgun ve çaresiz ne zaman biteceğini bilemediğim ömrümün ahirini düşündükçe gözlerim büyüyor, olmayan aklım hepten başımdan gidiyordu. D

Nefsin hile ve desiseleri hiçbir zaman bitmezdi...

Bütün insanların gece ve gündüz hesaba çektikleri, hakkımda çeşitli hükümler verdiği şey ya da beni ben yapan hakikat neydiGözlerim şiş, kirpiklerim yaşlardan diken diken. Nefret ediyorum övülmekten, nefsimin toparlanıp kuvvet bulmasından. Huzur duyuyordum rüzgârdan, sıcakta kavrulmuş fundalıklardan, sessiz sedasız akıp giden nehirden, saf temiz ma