Latif Bozdoğan

Milat

Berlin'in kaçış kapıları

Her şehrin bir ruhu, bir de o ruhtan kaçmak için aralanan gizli kapıları vardır. Londra'nın pusundan kırlara, New York'un beton uğultusundan Hudson'ın sessizliğine uzanan patikalar gibi... Fakat bu kaçışlar çoğu metropolde keyfi birer tercihtir; Berlin'de ise adeta bir zorunluktur. Zira Berlin, sakinlerini sürekli tarihin mahkemesinde yargılayan, o

Hipokrat iki bin yıl sonra haklı çıktı

Yoğun geçen bir yazın ardından, teslim tarihleriyle ve ayaküstü atıştırmalıklarla zehirlenmiş günlerin sonunda, ruhumda tuhaf bir şeyin tezahür ettiğini fark etmiştim. Yorgunluktan öte bir şeydi bu; zihnime çöken bir sis, en basit meseleleri bile düğümleyen bir kaygı ve kahvenin dahi dağıtamadığı bir asabiyet hali. O günlerde bütün suçun dışarıdaki

Büyük toplum prodüksiyonu

Hayat, aslen devasa bir prodüksiyondur: perdeleri asla inmeyen, oyuncuları hiç tükenmeyen ve senaryosu hep aynı kalan devasa bir tiyatro. Bu sahnede oyunun üç temel karakteri vardır ve bu kadim kurgu, asırlardır hiç değişmez: Yönetmenler, imtiyazlılar sınıfı, oyunun senaryosunu yazar ve sahne arkasından kuklaların iplerini tutar. Aktörler, orta sın

Kader senfonisi ve ruhunu unutan orkestra

Konser için hazırlanmış eski bir tiyatro sahnesi düşünün. Havayı, ağır, kadifemsi bir toz kokusu doldurur; yıllanmış gül ağından dekorasyonlar ve terk edilmiş nice oyunun hatırasının sinmiş olduğu o dokunaklı rayiha... Sahneye vuran loş ve sarı ışık huzmeleri, bu toz zerrelerini havada asılı kalmış notalar gibi bir anlığına parlatır. Oysa bu sahne,

Yörüngesiz insanlar ve sükûtun mehabeti

Gök kubbeyi seyrederken fark ettim ki, bazı gök cisimleri kendi yörüngelerinde sessiz bir nizam içinde salınırken, kimilerimiz ise uzayın derinliğinde yönsüz kalmış bir toz zerresi misali savrulur. İnsanlar da böyledir. Yıllar süren gözlemlerimden sonra anladım ki, kimileri etraflarında görünmez bir çekim alanı oluşturuyor; duruşları, sükûtları ve

Dilin nizamı ruhun nefesi

Bugün asıl imtihan, dili soğuk bir nizama mı, yoksa insanın sıcak nefesine mi emanet edeceğimizdir. Tozlu bir arşiv rafında, asırlar öncesinden kalma bir ferman düşünün. Hattı mükemmel, mürekkebi zamanın solduramadığı bir zarafette, kelimeleri ise bir kuyumcu terazisinden geçmişçesine yerli yerinde. O kâğıt parçasını elinize alırsınız; her bir harf

Tecrübeden daha bilge bir öğretmen yoktur

Her yara izi bir kelimedir; nasırlaşmış her avuç içi ise uzun ve çetin bir cümlenin şahidi. Hayat, derslerini pürüzsüz ruhlara değil, bu izleri taşıyan bedenlere yazar. Zira bilgi raflarda duran bir nesnedir; fakat bilgelik, ancak ateşten geçerek, düşerek, kırılarak ve yeniden doğrularak ruha nakşedilen bir desendir. Bize bunu tecrübeden başka kims

Bir annenin ardında bıraktığı vatan

Yokuşun başından evimizi gördüğümde, yüzlerce kayıtsız camın arasından gözlerim hep bir tanesini arardı. Annem, kız kardeşlerimin okul servisinin geliş saatini asla şaşmayan bir disiplinle hesaplar ve tam o anda o pencerede olurdu. O pencere, sadece bir cam parçası değildi bizim için; dünyanın tüm yorgunluğuna ve hoyratlığına karşı bir kalkan, adım

Zihin atlasları eskiyince

Eski seyyahların kullandığı parşömen haritalar gibiydi zihinlerimiz; üzerinde nehirlerin, dağların ve aşılmaz sanılan çöllerin yeri ezberlenmiş, her patikası nesiller boyu aynı tecrübeyle adımlanmış güvenli bir zihin atlası. O haritalara bakarak yönümüzü bulur, tehlikelerden sakınır ve varacağımız menzili tahmin ederdik. Derin bir uzmanlık, sabırlı

Bolluk sarhoşluğu

Sarhoşluğun en tehlikelisi, neyle kendinizden geçtiğinizi bilmediğinizdir. Çağımız, bizi kendi imkânlarıyla sersemleten, yokluktan değil varlıktan damıtılmış bir iksir sunuyor. Bu, adeta bir bolluk sarhoşluğu halidir; öyle bir baş dönmesidir ki, atalarımızın kıtlıkta öğrendiği bütün o erdemleri –sabır, kanaat, idareli olmak– bir anda anlamsızlaştır