Ragıp Karadayı

Türkiye

Tatlı yiyelim tatlı konuşalımBehlül!

Tatsız, tuzsuz mu konuşuyorum Efendim! Sizi üzecek bir şey mi söyledim yoksaBu sözüme söyleyecek kelime bulamadı Sultan'ım. "Şöyle bir hareme uğrayıp geleyim" dedi çıktı başı önde. Ben de yaptığımız sohbeti zihnimde mütalaa ettim, aklımda kaldığı kadarıyla. İlkin söze, çok kaba saba başladığımı, Halife'mizin bu çirkin hâlime nasıl hüsn-ü zan ettikl

"Yerin üstünde, altında ve semada en çok ne var.."

Beklemediği suâlden dolayı mı, yoksa ciddiliğimi hafifletmek için mi ne Harun Reşid Sultan'ım ellerini dizlerine vurarak yine güldü.Dicle kıyısına gitme niyetiyle kulübemden çıktım. İstemesem de ayaklarım beni saraya doğru götürüyordu. Birden kendimi Harun Reşid Sultan'ımızın tahtının önünde buldum. Diyeceksiniz ki "O kadar da olmaz! Bir çulsuzun,

Ne zaman ki insan Hak'tanyüz çevirir o vakit vay hâline!..

Bazen öyle karışıktır ki her şey; hayatın mânâsını kaybeder, yitirirsin... "Ne istiyordum, ne kazandım, neler kaybettim" dersin...Behlül:- Eğer bir buğday tânesi bir dinar olsa, emrettiği gibi Allahü teâlâya ibâdet etsek, Rabbim bize vâdettiği gibi rızkımızı verir! Vâd-i ilâhi var bu hususta! Bilmez misiniz Sultan'ım- !!!Harun Reşid Sultan'ım boyun

"Ben ancak pamuklu hırka giyebilirim Sultan'ım!.."

Babamın nasihati:"Toprak üstünde yat. Lâkin bir döşek kazanmak için kimsenin önünde eğilip el etek öpme, pamuk hırka ile de yetin."Cennetin güzelliklerini, Cehennemin korkunç ateşini, azaplarını düşünerek kavruluyordum serin gecenin yine serin toprağında. Baktım bir ses: Kur'ân-ı kerîm okuyor. İyice dikkat kesildim; Cenâb-ı Hak: "(Resûl?üm!) Sen on

Serin gece, solgun ay ışığı ve garip derviş;Behlül

Henüz kapıya çıkmıştım ki tuhaf bir koşuşturmanın içinde kalakaldım. Kurt sürüsü, bir keçiyi bağırta bağırta kaçırıyor, sayısız köpekler kovalıyordu!..Herkes onu, deli, meczup sanırdı.Bakmadan görürdü, BEHLÜL-İ DÂNÂ!Onun gönül yarası, aşka kanardı.Bir ehl-igönüldü, BEHLÜL-İ DÂNÂ!Derdi, kâinatta, dengeler eşit.Fıtratın icabı, ins çeşit çeşit.Onun sı

Halife, seyre gelenleri çoktan unutmuştu...

Sıcak bir yaz akşamı. Hafiften meltem esse de fayda etmiyordu serinlememize. Etraftaki ağaçların tesiriyle mi ne nehre yeşil renk hâkim...Tekliflerinin hiçbirini kabul etmeyince Hârûn Reşîd Sultan'ım daha fenalaştı, pek üzülmüştü. Kendini seyre gelenleri çoktan unutmuştu. Sayısız insanın içinde sadece ikimiz varmış gibi söyledik ağladık! Bu sefer s

"Onu kimden aldınızsaona verinSultan'ım!.."

"Nasıl yaşayayımBehlül Önümde açık kapı bırakmıyorsun. Her şeyimize bir kulp takıyorsun! Benim yerime kendini koy!"Sultan'ımız suâlineşöyle devam etti;- Sevgili ve şerefli Peygamber efendimizle olan akrabalığımıza, yakınlığımıza ne dersiniz- Sevgili Peygamber efendimize akrabâlıktan ziyâde, bildirdiği hükümlere bağlılıkta yakın olmak daha mühimdir

Sultan'ıma daha yaklaştım ve devesinin yularından tuttum!

Sultan'ım, kimseleri şikâyet etmediğimi görünce pek sevindi, âdetâ gözlerinin içi gülüyordu. Daha yaklaştım, devesinin yularından tuttum. Zaptiyeler bırakmak istemeseler de Hârûn Reşid Sultan'ım "Dokunmayın Behlül'üme!" diye emir buyurunca onlar da mecburen geri çekilip beni serbest bıraktılar. Bu boşluğu fırsat bilerek yüksek sesle:- Sultan'ım! Si

Daldığım hayallerden koptum ve hemen ayağa kalktım...

Adama dikkat kesiliyorum; güneşte kavrulmuş kırış kırış yüzü, pek kederliydi, onun için de hiç gülmüyordu.Hacıların dönmeye başladıklarını biliyordum. Mutlaka o da gelecekti. Geçme ihtimali olan yol kenarlarını kendime mekân etmiştim elimde olmadan. Aklımdan geçenleri anlatsam Sultanımız hemen "Zenginlik günah mıdır" diye karşı suâl sorarak beni su

Yine öyle sıcak bir gündü...

İç dünyalarımız, tabiatın ihtişamıyla bir olmuş, bizi tefekküre, tövbe ve istiğfara davet ediyordu.Bizlere sesli sohbet yasaktı sanki Zaten konuştuğumuz an bu uhrevi hava hepten bozulacak, dünya işlerine karışacak gibime geliyordu.Bu gece iç dünyalarımız, tabiatın ihtişamıyla bir olmuş, bizi tefekküre, tövbe ve istiğfara davet ediyordu. Suskunluğum