Cem Sancar

Sabah

Yılbaşı terennümleri

"Seni ne tasalardan ne uçurumlardan aşırdım da getirdim bugüne. Bir dedektif gibi getirdim, tahkik ettim, tahkikatta bulundum, düştüm kalktım, ısrar ettim, sordum soruşturdum da öyle getirdim buraya..." Yürüyordum, yılbaşı gecesiydi. Kafamda bin bir lakırdı. İstanbul gecelerinde serbest gezenlere konuşan şehrin, âniden önünüze çıkan sürprizlerinden

İçimdeki sazlar başka

Yaz tatillerinde sur içinden, şehrin kalbinden, Kemal Tahir'in anlattığı nafile gayretin, 'Bir Mülkiyet Kalesi'nin peşindeki gariplerin derme çatma evlerinin, yol geçmez su akmaz gaz lambalı varoşlarına geldiğimde nasıl da yanardı gözlerim yeşille! O çoklu yeşille... Çam korularıyla kaplı yamaçlar ve benekli kelebekler. Ve buz gibi pınarıyla gürül

Eminönü blues

Eminönü'nü severim, ona diasporam demişliğim vardır. Sultan Hamam'da kumaş seyretmişliğim, Mercan'da Büyük Valide Han'ının çatısına çıkıp deniz deryayı temaşa etmişliğim... Tahtakale bana yüzyıllık bir yalnızlık macerası gibi gelir. Yukarıda Süleymaniye, Haliç'e bıçakçılar, şekerciler ve kantarcılarla akar. Bir de bekar odaları, amelelerin başka li

Osmanlı'nın torunu olmak

BAAS partisi denen ve elbette bizim ulusalcıların ağzının suyunu akıtan diktatörlük on yılda 35 bin kişiyi idam etmiş. Bunlar resmi rakamlar, karanlık zindanların altındaki katlara girdikçe insanlık daha büyük bir vahşetle karşılaşıyor. Delirenler, çürüyenler. Zaman mefhumunu kaybedenler... On binlerce kişinin akıbeti ise henüz meçhul. Muhalif ins

Ayyar

Yağmur şehre çok uzun süre ertelenmiş bir yüzleşme gibi âniden indi. Bahçedeki yeşil parladı, yasemin başını eğdi. Dalgalar rıhtımda, kaya arasında boy vermiş incir ağacını tuzladı. Caddede ıslak bir motor sesi üstüme maziyi sıçrattı... Bu şehrin sokaklarında avare ve evsiz dolaştığım zamanlardı... Hafif "kontak" bir arkadaşım vardı, şiir yazardı.

Kaptıkaçtı

Ben tam olarak yetişemedim ama hayâl meyal hatırlıyorum. Sabah işe gitme saatlerinde İstanbul'un uzak semtlerine "Kaptıkaçtı" denen bir taşıt dadanırdı. Küçük bir kamyonetten bozma, üstü branda örtülü, içinde karşılıklı iki sıra bulunan bu toplu taşımalara sallapati bir merdivenle çıkılırdı. Araç tangır tungur yol alır, yolcular yolun tozunu yutar,

Selamsız

O... Önce nur, ruh, akıl ve kalemi yarattım, demişti. Biz buna ilahi epistemoloji, yani bilgi teorisi, bilgilenme teorisi der miyiz Deriz... Bunlar bir gül tomurcuğunun yaprakları gibi iç içedir ve birbirinin şifresi durumundadır. Kâinatın şifresi kalem, kalemin şifresi akıl, aklın şifresi ruh, ruhun şifresi de nurdur. Bu söylediklerimizin tümü bir

Surların dışında

'Gergedan' türü dergiler arıyorum. Bilen bilir şahane bir dergiydi. Paramız oldukça alıp biriktirirdik. Edebiyatın birinci ligi. Varlık ve Gösteri de vardı tabii ama onlar biraz eski sol-Kemalist curcunanın eseri. Yazko da öyle. Mavera ile sonradan tanıştım. Muhafazakâr teori bile o zamanlar çok renkliydi. Bir düşünce şenliği. Şimdi bakıyorum inter

Faydalı Kişilik Bozukluğu

On beş sene filan önceydi. Muhafazakâr genç entelektüeller yeni ortaya çıkmıştı. Deli gibi kitap okuyorlar, her konuyu geniş bir bakış açısıyla tartışıyorlar, edebiyatın tüm birikimine kucak açıyorlardı. Çoğu, evrensel çapta eğitim seviyesini tutturan seçkin imam hatiplerden mezun olmuşlardı. Onlarla oturup konuştuğumda ahir ömrümde içim sızlayarak

Altın Çağ

Hangi dilde söylesek bunları Hacı Bektaş, Sarı Saltuk'u ışıklandırmadan önce Babailerin açlık isyanının kanla bastırılmasından sıyrıldığında delikanlıydı. Moğol ulumaları zamanıydı. Parfüm kokulu, fit, birkaç yabancı dil bilen ve metro-seksüel Yeni Moğol Robinsonlar henüz avdet etmemişlerdi. Oraya daha çağlar vardı... Eğer Aşk Dili'yle konuşacak o