İndiragandinin dönüşü
Öyle olur ki, bir kelime bazen gerçeği tokat gibi şaklatır...
Bugün İstanbul'un şehrengiz argosunda arkadaşına biraz muzır takılmak ile hafiften şaka yollu laf atmak arasında gezinen bir kelime vardır: İndiragandi.
Mesela şık bir parka giyersiniz, arkadaşınız sorar, "vay nereden indiragandi bu" Siz cevap verirsiniz, "valla yüzde elli indirim yapıyorlardı oradan indiragandi!"
İndiragandi artık yaşayan Türkçeye girmiştir...
İndiragandi kelimesi kökünde bir tür Sülün Osmanlığı çağrıştırsa da günümüzde artık ceza hukukunun dışına çıkmış, latifeli şekil arz etmişti. Zaman içinde mutedilleşmiş, akıllı uslu olmuş, eski illegal utancı sabıka kaydından silinmişti.
Yani 2025'in kent sokaklarında artık bileğinden kelepçeli bir kavram olarak kullanılmıyordu. Ama esas karşılığını hokkabazca bir kurnazlıkta bulduğu ve onu işaret ettiği de su götürmez...
Ne ki bu anlattığım, kelimenin yıllar içinde dönüşerek geldiği noktadır.
Bu işler böyledir. Argonun, bir hicvin seslenişi halkın ağzına yerleştikten sonra zaman içinde değişir, marjinalliğini kaybeder ve uysallaşır. Tamam da ilk ne vakit ortaya çıktığı ve milletin esrarengiz mizah zekâsıyla hangi duruma karşı söylendiği mühim konu...
Biz kelime avcıları bu kavramı 90'larda, eski cumhuriyetin Haliç ve yolsuzluk kokularında, darbeci arsızlıklarında, banka sövüşmelerinde, ihale üç kağıtlarında, rüşvet tsunamilerinde, seçilmişlerin-atanmışların bir mucize gibi büyüyen mal varlıkları esnasında duyduk. Faili meçhullerde el değiştiren servetlerde işittik.
İndiragandi kelimesi 90'larda yeraltı edebiyatının loş uzayında olan biten rezaletlere karşı üretilmişti.
O eski soygun toplumunda, şehrin kenarlarına, izbe bakımsız mahallelerine itilmiş can derdine düşmüş arka sokak ahalisi var olan gidişata "İndiragandi Cumhuriyeti" demişti. İSKİ yolsuzlukları, çamur deryası sokaklar, kolera taşıyan sular, patlayıp duran kanalizasyonlar ve tangır tungur belediye otobüslerinin dünyasıydı oralar. İkide bir kablolardan kopup yolda kalan elektrikli tramvaylara "boynuzlu" denmesinin gizli bir nedeninin olup olmadığı bilinmez ama belediye başkanlarının mezbele semtlerden çıkıp villalar semtine alengirli Mercedeslerle sülale boyu taşındıkları iyi bilinir...
Büyük yolsuzluklar zapturapt altına alınmış milletin gözü önünde sürüp giderken sesini yükseltenler cuntacı profesörlerin yazdığı anayasayı ilga filan diyerekten derdest edilir, söylediklerine söyleyeceklerine bin pişman edilirlerdi.
Eski Türkiye buydu...
En iyisi kısık sesle konuşmak ve dalga geçmekti. Onun için İstanbul şehrinin gözden ırak gölgelerinde çay muhabbeti koyan hırçın delikanlılar, "ne seçimi ya indiragandi işte!" diye bıyık burkarlar, seçilmişlerin itibarını çaktırmadan asfaltın aks çökerten çukurlarına, taşmış rögarların deliklerine bırakırlardı. "Alayı indiragandici bunların abicim" lafı bir söylenti olur, otoban kenarlarında ebegümeci toplayan kadıncıkların kulağına gelir, gelinlik kızlar kıkırdar, sabah ezanından önce sefertaslarıyla emekli maaşı kuyruğuna giren ihtiyarlar bilmese bile bu kelime o dönemi anlatır, bir tür düşkünlük belirtisi olarak karşılanırdı.
Siyasete bu gözle bakılırdı...