A. Yağmur Tunalı

Yeniçağ

Düşündüklerimizi konuşmanın zamanıdır

Bu memleket sürprizlidir. Bu sözü son zamanlarda sık tekrarlıyorum. Evet, kimse içinde bulunduğumuz dağınıklığa, sahte din hipnozunun canımıza okur görüntüsüne bakıp aldanmasın! Parça bölük görünüşümüze de aldanmasın! Tepedekilerin cephe siyasetine, bölücü hinliklerinin tutar gibi olmasına da aldanmasın! Bizi böyle alt ettiğini veya edeceğini sanan

Türk'ün Ocağı

Türk Ocakları Genel Merkezi, bir gece yarısı kararıyla İstanbul Türk Ocağı yönetimini görevden aldığını duyurdu. Şüphesiz münasebetsiz bir işti. "Münasebetsiz" derken, sadece "Gece yarısı" ve "Sabaha karşı" operasyonlarıyla anılacak bir devrin alışkanlıklarıyla birleşmesini kastetmiyorum. Dokuz madde yazsanız dokuzunda da münasebetsiz, eski tabirle

Bu âlemden Cüneyt geçti

Sinema, geçen yüzyıla damga vuran bir sanattı. Dünyayı değiştiren buluşlar ve oluşlar çağının medya ayağında da sinema vardı. Hiç şüpheniz olmasın, Amerika'yı dünya devi olarak benimseten büyük tanıtım gücü birinci derecede sinemaydı. İletişim çağının öncüsü de sinemadır. İletişim çağı deyince bir hususu daha belirtmeliyim: Vazgeçilmez sanat değeri

Nereye bu yol

Bugün, 2. Abdülhamid devrinin şair ve yazarlarını istibdâd'a karşı çıkışlarından önce sanatlarıyla hatırlıyoruz. Fikir kavgaları, doğruları-yanlışları eserlerine bakışımızı pek az etkiliyor. Abdülhak Hâmid'in ruhunun fırtınalarını sevdiğimiz gibi, Tevfik Fikret'in şiirlerinde aykırı fikirler söyleyişini de seviyoruz. Süleyman Nazif'in daima gök kub

Kör dövüşünden ileri

Mahalle baskısından kurtulabilmek yiğitlik ister. Öyle böyle bir yiğitlikle de olmaz. Sırasında Orta Çağ kilise aforuzuna benzer bir dışlanmayı göze alabilecek derecede sağlam duruş ister. İşin nereye vardığını görmek lazımdır. Manayı geçtik şekli görmekte ayrışmalar var. Çıplak gözle aynı yere bakarken başka şeyler görüyoruz. Neredeyse iyimiz kötü

Kör kılıcın kestiği

Vurgulayacağımız iki husus var: Birincisi, edebiyatsız, kültür de, fikir de olmaz. İkinci husus doğrudan doğruya ahlak meselesidir. Ben buna en basit haliyle yazılanlarda ve söylenenlerde duyacağımız samimiyet diyorum. Okuyucu bilecek ki yazan kişi öyle düşünmekte ve öyle inanmaktadır. Gelin görün ki her iki hususta da problemimiz var. Sanki fikir

Yine Kitabın Orta Yerinden

Emine Işınsu, milliyetçi bir yazar olarak tanındı. Kendisine bundan dolayı mesafeli olanlar, görmezlikten gelenler çoktu. Dinden yürüyen çevreler geride dururlardı. Kültür sanat hayatımızın baskın gücü sol zümrelerde ondan bahseden olmazdı. Daha doğrusu bahsedemezlerdi. Sol anlayışa göre bir faşistten olumlu söz etmek affedilemez suç gibiydi. En ya

Kitabın Orta Yeri

Emine Işınsu'yu bu dünyadan uğurlayışımızın üzerinden bir yıl geçti. Vefatından sonra gösterilen yüksek ilgiyi görmekle buruk bir sevinç yaşamıştık. İlgiye şaşıranlar haklıydılar. Her zaman, her vesileyle gündeme gelen, getirilen, kendisinden bahsedilen bir isim değildi. Kültür alanını kontrol edenlerce de, dinden yürüyenlerce de birinci dereceden

Cehaletin "kör kazma" şehveti

Şüpheye zerre kadar yer bırakmayacak kadar açık bir gerçeği yaşıyoruz: Her değeri aşındıran değersizlik, din üzerinden yürüyenlerin işi. Nasıl oluyor da din böyle bir kötülüğe yol açmak için kullanılıyor dediğinizi duyar gibiyim. Cevabını arayacağımız soru budur. Artık hiçbir ölçü ölçü değildir ve hayatımız baştan ayağa bu istismarın zehrinde debel

Baharsız baharlar içinde

Keçecizâde doğru söylüyor: "Bir mevsim-i bahârına geldik ki âlemin, Bülbül hamûş, havz tehî, gülistan harâb." Evet, "Bülbülün sustuğu, havuzların suyunun boşaldığı ve gül bahçesinin bakımsız ve harap kaldığı bir dünya baharındayız." Baharların baharlığı gönül huzuruyla mümkün. Neresinden bakarsak bakalım, bir yerde huzurun kaynağı da bilinmedir. Bi