Nereye bu yol

Bugün, 2. Abdülhamid devrinin şair ve yazarlarını istibdâd'a karşı çıkışlarından önce sanatlarıyla hatırlıyoruz. Fikir kavgaları, doğruları-yanlışları eserlerine bakışımızı pek az etkiliyor. Abdülhak Hâmid'in ruhunun fırtınalarını sevdiğimiz gibi, Tevfik Fikret'in şiirlerinde aykırı fikirler söyleyişini de seviyoruz. Süleyman Nazif'in daima gök kubbeye yakın bir kürsüden seslenen heyecanı kadar, Cenap Şehabeddin'in içten ses veren yeni söyleyişlerini de seviyoruz. O neslin doğruluk ve haklılıkla taçlanan cesur eleştirileriyle beraber, her rengiyle pozitivist anlayışa yakınlaşanlarını da seviyoruz. Şimdi birinci dereceden Türkçe'de yarattıkları eserlerle önümüzdeler. Tarihin süzgeci bizi sanatlarıyla buluşturdu. Onları ders kitaplarımızda da yan yana görüyoruz. Farklı yerlerden konuşan ve yer yer tartışan-kavga eden bu isimler devirlerinde yan yanaydı. Bugünkü gibi kalın duvarlar arkasına çekilmemişlerdi. İletişim çağının her şeyi apaçık önümüze serdiği bir devirde birbirimizi görmemek için kör gözlüğü takışımızı nasıl anlamalı, varın düşünün! Ateşli tartışmalar Farklılıkların edebiyata yansıması büyük zenginliktir. Yüz yıl öncesine kadar yaşadığımız fikir tartışmalarına bakan, o çeşitlilik içinde bunu daha kuvvetle hisseder. Batmamak için tutunacak dal ve gidecek yol aradığımız dönemdir. Dünyada pozitivizm hâkimdir. Okumuşlar arasında dinden uzaklaşma dönemidir. Din karşıtlığı veya umursamazlığı bizde de kökleşmiştir. Dine yakın duran aydınlar da din diye sunulanlardan rahatsızdır. Mehmet Âkif'i iyi okuyan ve derinlemesine anlayan bunu görür. Tanzimat'ta ve devamında Abdülhamid'in Batılı mekteplerinde aynı anlayışla yetişenlerin bozulan yerli hayata mesafesi ve dine soğukluğu doğrudur. Batı karşısında düşülen düşüklük hissi ve iç ezikliği de doğrudur. Fakat meselenin bir hazin tarafı daha var ki onu konuşmak lazımdır: Bu eleştirilerin, dinden uzak durmaların esas sebebi bugün başka şekilde yaşadığımız içi boşalan dindir. Dar ve basmakalıp din renginin boğduğu hayatı yaşamak istemezler. Daha açığı o dinden olmayı düşünen kimse istemez. Bu meselede de içerden konuşan Âkif'e bakılabilir. Başka türlü bakamaz mıyız Artık bugüne de soğukkanlı bakabilmeyi öğrenmek lazım. İçinde yaşadığımız dönemin fikir kavgalarında bir tarafta olabiliriz. Bu, bizi tek başına diğerlerine düşmanlığa itmeyebilir. Fikirlere yaklaşımlar problemlidir. Ayrıca, biz ne kendimizin, ne de karşı olduklarımızın ne savunduğunu biliyoruz. Kör kavganın bitmeyişinin esas sebebi bu kendinden ve birbirinden habersizliktir. Bana duygumu sorarsanız, iç dünyam herkesi kendimden saymayı öğütlüyor. Farklılıklarla beraber olduğumuzu kulağıma fısıldayan bir meleğim var. Kimseyi kaybetmek istemeyen bir anlayışa yakınım. Düşünceleri değişmeyenler de bizimdir. Kavga ettiklerimi de kendimden sayacak kadar onlardanım. Milletinin hiçbir ferdinden fedâkârlık etmeyecek bir anlayışın siyasette ve hayatta geçerliliği olmayacağını bildiğim halde bu hayale bağlanmayı istiyorum. Gruplaşma ve kamplaşmayla azgınlaşan bir görüntü tapıcılığının sahteliğine düştük. Gibi görünmek ön alıyor, güçleniyor. İnsanların dediği ve ettiğinin ayrı olması yadırganmıyor. Sahtecilik durmadan alan kazanıyor. Giderek yalan-talan, aldatma.. normal davranışlar arasında görülmeye başlıyor. "Bizimki yapıyorsa tamamdır ve öyledir" diyen bir hipnotik yığın karşısında insan ve eşya kendi gerçeğinde görülemiyor. Bilmeden, anlamadan, duymadan, sezmeden söylenen sözler, girişilen hareketler fikir kılığında sunuluyor. Buna da edebiyat demeye çalışan bir güdümlüler kalabalığı doğuyor. Buradan hâlis sanat çıkar mı "Durum