Kitabın Orta Yeri

Emine Işınsu'yu bu dünyadan uğurlayışımızın üzerinden bir yıl geçti. Vefatından sonra gösterilen yüksek ilgiyi görmekle buruk bir sevinç yaşamıştık. İlgiye şaşıranlar haklıydılar. Her zaman, her vesileyle gündeme gelen, getirilen, kendisinden bahsedilen bir isim değildi. Kültür alanını kontrol edenlerce de, dinden yürüyenlerce de birinci dereceden itibar edilecek bir isim gibi görülmezdi. Emine Işınsu Türk Milletine ve onun yüksek değerlerine inanırdı. Yani iç dünyalarının bölünmüş ve tek kanallı kabullerine göre onlardan değildi. Anlatmak için keskin söyledim. İçim acıyarak söyledim. Bu derece kesin ve keskin şekilde söylenmeyebilir. İyi ki düşünen, anlayan ve esnekliğini kaybetmemiş olanlarımız var. Kalıplaşmış, donmuş fikir alanlarından diğerlerine geçişkenlikler var. İyi ki bu kadarcık bir teselliden mahrum değiliz. Emine Işınsu, bazı fikir kamplarının idare edici fikrine göre karşıda bir yerde sayılsa da bütün kesimlerden okuyucusu vardır. Okunur, sevilir. Yeter ki eserleri kalın kamp duvarlarını aşarak herkese ulaşsın. Görünüşe bakarak "Bu konuda engel yok ki, herkesin eseri herkese açık.." denebilir. Hakikat maalesef bu değildir. Eserlerin basılması ve herkese açık olması yetmez. Örülmüş duvarlar o kadar yüksek ki içeriye başka bir görüşün, duyuşun sızması zorun zorudur. Adı tam konmasa da o takımdan olmayan isimler yasaklıdır. Ayrılıklarda da beraberiz Yumuşatmaya çalışırken yine keskin söylediğimin farkındayım. Emine Işınsu'yu anarken, içine düştüğümüz felaketli durumu düşündürmek için belki de böyle söylemeliyim. Zihin bölünmesini halletmeden başka problemlerimizi çözemeyeceğimizi biliyorum. Sanat deyince farklılık kaçınılmazdır ve gereklidir. Gerçekte fikir ayrılıkları da öyledir. Bu farklılıkların zenginlik olduğunu kabul etmeyebiliriz. Hiç olmazsa tahammül göstererek, yok saymayarak, objektif ölçülerle eleştirerek yol alabiliriz. Bu köşede yazdığımı hatırlıyorum: 1950'lere kadar bu memleket ideal seviyede olmasa da böyle geldi. Aynı dergide, aynı gazetede her tür düşünce ateşli tartışmalarla beraber yer alırdı. Edebiyatta zaten herkes bir aradaydı. Nihal Atsız'la Sabahaddin Âlî, Yahya Kemal'le Nurullah Ataç aynı yayın organlarında yazarlardı. Türkiye'de farklı fikirlerin kesin ayrılma ve ayrışma sebebi haline gelişi yarım yüzyılı aştı. Edebiyat, geniş manasında kültür, daha yaygın manasıyla fikirler kuralsız takım oyununa dönüştüğünden beri perişanız. Bu yanlış ötesi yanlış tutumumuzu konuşmak lazım. Gündeme getirilecek esas meselemiz sayılsa yeridir. Kökler tarihtedir Kim kendisini nerede görürse görsün, solcusu sağcısı, dinlisi-dinsizi, oraya buraya savrulmuşu, ortadan gideni, uçlarda gezinenleriyle hepsi bizimdir. Beğeniriz, beğenmeyiz, katılırız-katılmayız, bizimdir. Anlayan, seven böyle bakar. Özellikle bir Milliyetçi böyle bakar. Bu manada kimseyi dışarda bırakmaz. Kimseden vazgeçmez. Farklı fikirlere sahip olmak, karşı karşıya gelmek, hatta 12 Eylül öncesinde yaşadığımız gibi kanlı kavgalara girişmek bu gerçeği değiştirmez. Kardeş kavgası da kardeşliği ortadan kaldırmaz. O hukuk geri planda kalsa da devam eder. Meseleye bu genişlikte bakmazsak yanılırız. Dünyayı bin yıla yakın bir zaman Türkler yönetti. Bu dönemlerde uzun asırlar boyu kendi kendimizin rakibiydik. Birbirimizle savaştık. Tesiri bugünlere kadar gelen yakıcı sonuçları oldu. Buna rağmen Türk çocukları içinden o tarihin yükünü ayrı bir yerde değerlendirecekler vardı. Bu şuuru gösterenler hep var oldu. Timur'la Yıldırım üzerinden