Sadık Çelik

Cumhuriyet

Kasım Üzerine: Dökülmenin ve Hatırlamanın Zamanı

Kasım, takvimin yalnız ayı. Rüzgâr, yaprağı dalından ayırırken aslında bize hatırlatır: Her kopuş, bir devam etme biçimidir. Doğanın döngüsünde bir teslimiyet gibi görünen şey, aslında hazırlığın en dingin halidir. ünkü yaprak düşerken ağaç ölmez; dinlenmeye ve yeniden doğmaya hazırlanır. İnsanın sonbaharı da böyledir aslında. Dışarıdaki serinlik,

Sadakat Çağında Muhalif Kalmak

Bir toplumun neye güven duyar Akla mı, yoksa itaate mi Bu tercih, bir milletin kaderini sessizce çizer... Liyakat, insanın bir işi bilgiyle, emekle, hakkıyla yapabilme kudretidir. Kişinin değerini soyundan, kimliğinden, elinde tuttuğu kartvizitten, "bağlılığından" değil; yeteneğinden, ahlakından ve adalet anlayışından alan bir sistemdir. Her düzen

Bir Tapınağın Hikayesi: Mekanlar Değişiyor, İnsan Hep Aynı Savaşın İçinde

PARTHENON Denizden 150 metre yukarıda, Akropolis'in kayalık tepesinde yükselen sütunlar... Her sabah güneş, Parthenon'un mermerleri üzerinde yeniden doğar. Işık, yüzyılların tozunu aralayıp taşların yüzeyinde gezinirken, sanki içlerinde hâlâ bir nabız atar gibidir. Bir tapınaktan fazlasıdır Parthenon. İnancın taşta vücut bulmuş hali ya da taşa kaz

Cumhuriyetin aynasında bugün

Türkiye'de uzun zamandır yeni bir fikir doğmuyor. Aslında yalnızca fikir değil, düşünmenin kendisi tükendi sanki. Bilhassa 80'lerden sonra zihinsel üretim neredeyse tamamen dondu. Bugün hâlâ 20'lerin, 30'ların fikirleriyle konuşuyoruz çünkü yenilerini kuracak iklim kalmadı. Cumhuriyetin ilk 50 yılına dönüp dönüp bakmamız nostalji değil, düşünsel ku

Bir ahlak meselesi... Temiz eller, kirli zihinler

Ahlak; herkesin ağzında dolaşan fakat kimsenin pek de hayatına almadığı kelime. Herkesin kolayca telaffuz ettiği ama kimsenin taşımaya yanaşmadığı bir yük... Başkasında eksikliğini gördüğümüzde hemen parmağımızı sallıyoruz; kendi payımıza düşeni fark ettiğimizdeyse gözümüzü kaçırıyoruz. Bugün ahlak dediğimiz şey, toplumun vitrininde sergilenen bir

Bir Mahpusluk Halidir Bu Memleket

Bir ülkeyi anlamak için hapishanelerine, yani adaletin son durağına bakabilirsiniz. Demir parmaklıklar sadece suçluları değil, sistemin günahlarını da saklar. 2002'de Türkiye'nin nüfusu 67 milyondu ve cezaevlerinin kapasitesi 70 bindi. 35 bin civarında hükümlü, 26 bin civarında tutuklu vardı. Gerisi boş. Yani yer vardı, umut belki azdı ama hâlâ bir

Öfkenin İkliminde Yaşamak: Adaletin Suskun, Zorbanın Gür Olduğu Bir Ülke

Toplum adeta bir gerilim teline dönmüş durumda; dokunan yanıyor, çekilen tınlıyor, kimse sesin kime ait olduğunu ayırt edemiyor. Öfke geliyor, göz kararıyor; öfke gidiyor ama yüz kızarmıyor... Sanki hava, biriken öfkenin pasını taşıyor; kimyası bozulmuş bir ülkenin, sinapsları yanmış bir toplumun içinde yürüyoruz. Herkes çok "haklı", kimse huzurlu

Gücün yakıcılığı, çekiciliği ve kontrol edilebilirliğinin önemi

Güç, insanlık tarihinin en eski büyüsüdür: ekici olduğu kadar sınayıcıdır da insana kendini tanrı sanma yanılsaması verir... Antik zamanlardan bugüne toplumların kaderi, bu gücün kimin için ve nasıl kullanıldığına göre şekillenmiştir. Bundan binlerce yıl önce antik kentlerin kalbinde agoralar vardı. Agora yalnızca alışverişin yapıldığı bir pazar d

Kayıp Meslekler, Kırık Hayatlar

İnsan yalnızca yaşayan, tüketen bir beden değildir; aynı zamanda anlam üreten, topluma katkı sunan bir varlıktır. İş, sadece geçim kaynağı değil; kimliğin, onurun ve aidiyetin temelidir. Meslek sahibi olmak, insanın kendini hayata bağladığı en güçlü halkalardan biridir. Bugünse bu halka giderek zayıflıyor. Mesleksizlik, çağımızın sessiz salgınına d

Manşetlerin Gölgesinde "Hayat"

Her gün televizyonda, gazetelerde, sosyal medyada büyük sözler, manşetler, olağanüstü gelişmeler, son dakika olaylar... Sabah işe yetişmeye çalışan insan, okul servisini bekleyen çocuk, mutfakta akşam yemeğini hazırlayan kadın ise hiçbir bültende kendine yer bulamaz. Her gün aynı saatte sokağın başından kalkan dolmuş, fırından yükselen poğaça koku