Şaşırıyoruz... ve Şaşırmamaya Alışıyoruz

Her sabah yeni bir şaşkınlığın eşiğinde uyanıyoruz. Geceden sabaha, akşam haberlerinden gece yarısı bildirimlerine kadar, hayatımız neredeyse aralıksız bir şaşkınlık akışına dönüştü. O kadar çok "Bu da mı olur" dedik ki artık şaşırmanın kendisi bile eskisi kadar güçlü bir duygu değil; tepkilerimizin yükü hafifledi, dudaklarımız daha az aralanıyor, kalbimiz daha az hızlanıyor. ok fazla şaşkınlık biriktikçe, şaşırma eşiğimiz düşüyor.

Ne zaman "Bundan ötesi olmaz" desek, ülkede herkesin yakından izlediği bir figür daha beklenmedik bir şekilde gündemin dışına düşüyor. Bu da bize aslında olayların büyüklüğünden ziyade, görünür olanla görünmeyen arasındaki mesafenin nasıl açıldığını hatırlatıyor. Bir şeylerin uzun süredir sessizce biriktiğini, ama o birikimin hep en son aşamada duyulur olduğunu.

Şaşırıyoruz.

"Medyanın prensi" yakıştırması yapılan bir ismin bir gecede sahneden çekilmesi de tam bu sessiz birikimin yansıması gibi. Yıllardır iktidara en yakın çevrelerin ilk başvurduğu, en kritik açıklamaları ekrana taşıyan bir figürün bugün böyle bir tabloyla anılması, ister istemez daha kapsamlı bir sorgulamayı davet ediyor insanı. Bu kadar bilginin, temasın ve görünürlüğün merkezinde duran birinin çevresinde akan dikkat yoğunluğunu düşündüğümüzde, hiçbir sinyalin daha önce sezilmemiş, istihbarat alınmamış olması gerçekçi gelmiyor. Bu nedenle dışarıdan "ani" görünen bu düşüş, muhtemelen çok daha uzun süredir devam eden bir çözülmenin sadece görünür hale gelmiş son adımıdır.

Mesele aslında yalnızca bir kişinin hikâyesi değildir. Bu tür olaylarda asıl dikkat çeken şey, yaşananın kendisinden çok, bizim buna nasıl tepki verdiğimizdir. Bir zamanlar büyük bir sarsıntı yaratacak bir olayın bugün daha sınırlı bir şaşkınlıkla karşılanması, duyarlılığımızdaki aşınmayı daha görünür kılıyor. ok fazla kırılma yaşadıkça, sarsılma eşiğimiz de ister istemez düşüyor.

Devamında, eğlence ve medya dünyasında art arda gelen gözaltı haberleri... Bir biçimde şöhret olmaları dışında birbiriyle çok da ilgisi olmayan pek çok ismin aynı "uyuşturucu soruşturması" başlığı altında anılması bugün büyük bir dalga gibi görünse de, muhtemelen kısa süre içinde bunun da diğerleri gibi hafifleyip gündemin hızına karışacağını biliyoruz.

Tabii bir yandan da tüm bu dalgaların, toplumun gözünü başka yerlerden uzaklaştırmak için bilinçli olarak büyütüldüğüne inanan geniş bir kesim var. Sanki belirli görüntüler öne çıkarılsın, böylece bazı sesler duyulmasın, asıl konuşulması gerekenler gündemin dışına itilsin diye her gün yeni bir sis perdesi kuruluyormuş gibi... Bu hissiyat, yaşananlardan çok, ülkenin ortak zihninde biriken güvensizliğin ne kadar derinleştiğini gösteriyor.

Şaşırıyoruz.

Siyasette yaşananlara duyduğumuz şaşkınlık giderek tuhaf bir hal alıyor. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin yıllardır kendi siyasal geleneği içinde kesin hatlarla konumladığı bir meseleye bugün "Huzur içinde terörsüz Türkiye" başlığıyla alan açması, tam da bu ruh hâlinin bir örneği.

Burada mesele bir liderin fikir değiştirmesinden çok daha fazlası; siyasetin bir ilke etrafında değil, sürekli değişen bir ihtiyaç etrafında dönüyor olması. Dün kesin çizgilerle reddedilen bir ihtimalin bugün mümkün addedilmesi, demokratik olgunlukla değil, pragmatizmin uç noktalarıyla açıklanabilecek bir durum.

Bu tür dönüşümlerde asıl soru, "Neden oldu"dan çok, "Nasıl bu kadar kolay oldu" sorusudur. Eğer bir söylem bir günde tersine dönebiliyorsa, o söylemin dayandığı zemin en başından beri ne kadar sağlamdı İlkesizlik, fikir değiştirmenin değil, fikrin bağlamdan bağımsız hiçbir ağırlığının kalmamasının işareti değil midir

Şaşırıyoruz.

Meclis'te stajyer kız çocuklarına yönelik istismar iddiaları gündeme geldiğinde... Burada söz konusu olan yalnızca bir suç ihtimali değil; bir toplumun en çok güvendiği, hatta güvenmek zorunda olduğu bir mekânın, devletin kalbinin koruyamadığı bir masumiyet.

Devlet dediğimiz yapı, çoğu zaman büyük söylemlerle tanımlanır; oysa asıl sınavını sessiz ve küçük anlarda verir. Bir çocuğun güvenliği, bir kurumun onurudur. ocukların eğitim amacıyla gönderildiği bir kurumda böyle bir gölgenin bile düşmesi, "olayın olup olmadığı" tartışmasından bağımsız olarak, derin bir sarsıntı yaratmalıydı aslında.

Heyhat, nerede...

Bir toplumda en kırılganı koruyamayan kurum, zamanla kendi meşruiyetini aşındırır. ünkü bir kez güven sarsıldığında, hiçbir açıklama, hiçbir cezai süreç o boşluğu hemen dolduramaz.

Bugün en acı olan, bu onurun zedelenmiş olması değil; toplumun buna karşı bile ancak sınırlı bir şaşkınlık gösterebilmesi. Bir ülke, kötülüğe değil; kötülüğün mümkün olduğuna alışmaya başladığında en temel dengeleri sessizce bozulur.

Şaşırıyoruz.

Neye şaşıracağımızı şaşırdığımız, aynı zamanda da şaşırma duygumuzu yavaş yavaş yitirdiğimiz alanlardan biri de gündelik hayatın sessiz köşelerinde karşımıza çıkıyor. Ankara'nın göbeğinde, banyosu olmayan daracık otel odalarında yaşamaya çalışan emeklilerin haberleri mesela...

Bir zamanlar bu manzara toplumda büyük bir sarsıntı yaratırdı; bugünse çoğu insanın zihninde yalnızca kısa bir "ürkek şaşkınlık" halinde belirip kayboluyor.

Yıllarca çalışmış, hayatını bu ülkenin çarklarına vermiş insanların yaşlılıklarını ortak tuvalete mahkûm bir hayatla geçirmek zorunda kalması yalnızca yoksulluk değil; toplumsal onurun kırılmasıdır. Bir neslin yalnızlığı, bir düzenin adaletsizliği ve hepimizin olağanlaştırmaya başladığı bir çöküş meselesidir bu.

Bir toplumun gerçek yüzü, her zaman en kırılganına nasıl davrandığında görünür. ocukları koruyamayan bir kurum nasıl gölgeleniyorsa, yaşlılarına insanca bir yaşam sunamayan düzen de kendi ahlaki merkezini, vicdani zeminini öyle kaybeder.

Şaşırıyoruz.

Bazı şaşkınlıklar trajikomik bir yerden çarpıyor insanı. Yalova'da ATM'leri parçalayan bir adamın, para çekmek isteyen vatandaşın "İki dakika sonra kırarsın" ricası üzerine usulca kenara çekilip beklemesi mesela... Akıl alır tarafı yok belki ama ülkenin ruh hâlini özetleyen bir tarafı var. Bu sahnenin tuhaflığı yalnızca mizahında değil; akıl dışı bir davranışın bile belli bir düzen duygusuna yaslanabilmesinde. Demek ki normalin çözüldüğü yerde bazen anormallik bile kendi iç tutarlılığını kuruyabiliyor.

Sonra Ankara'da bir mahallenin muhtarının uyuşturucu ticareti şüphesiyle gözaltına alınması... Mahallenin "devletle ilk temas noktası" sayılan isminin, mahalleliyi cenazede, düğünde toparlayan kişinin... Haber, trajikomik bir tuhaflık duygusu bırakıyor insanda.