Ragıp Karadayı

Türkiye

"Dertlerim çok diye, ağlayıp durma!.."

"Dürüstlük size fazla arkadaş kazandırmaz, fakat her zaman iyi dostlar kazandırır." Hasan dedenin oğlu cebinden çıkardığı iki zarfı nazikçe uzattı: - Ben antikacı Hasan efendinin oğluyum. Sizin çok kıymetli antikayı biz aldık, bu da bedeli. Ali düşürür diye babam bana vazife verdi. Lütfen buyurun... - Teşekkür ederim kardeşim. - Efendim bu da ihti

"Ana, baba olunca anlarsınız, başka bir şey demeyeceğim!"

"Ah Ali'm Ah! Yüreğim ağzıma geldi! Sabahtan beri kaç defa ölüp ölüp dirildim âdeta biliyor musun" Ali'nin annesi Naciye teyze, gacur gucur sesler çıkaran boyaları dökük eski kapıdan başını uzattı. Derin derin soluklanarak sağa, sola, sonra da gökyüzüne baktı. Zayıf, çelimsiz yüzünü çevreleyen kenarları mavi boncuklu, kar gibi ak tülbendinin uçlar

Kalbinin en ücra köşesinde ne fırtınalar kopuyordu!..

Ali, Edirnekapı'ya geldiklerinde arabadan inmek istedi, lakin ihtiyarın parayı annesine teslim etmesi emrini hatırladı. Ağaçları, yolları yıkamak, kuruyan topraklara bereket saçmak, denizin rengini grinin o hüzünlü tonlarına boyamak için yağardı sanki. Yağar da arındırırdı ruhunu kirden pastan. Ardından, bu sabahki gibi pırıl pırıl bir güneş çıkar

Günlerin çileli geçse de sence, Düşün taşın Ali, yerli yerince

Evine dönerken küçük Ali, köyünü, babasını hatırladı. O gün ne güzeldi. Cümle eşya Halıkındır, kul eliyle işlenir, Emr-i Bari olmayınca, sanma bir çöp deprenir. "His âlemi, duygu dünyası zengin insanlar, bilhassa hanımlar pek narin, oldukça kibar hareketlerle ifade ederler düşüncelerini" diyordu Ali'nin babası. Her ne hikmetse bugün çok keyifliyd

Mutluluk, huzur ve saadet insanın hep içinde saklıdır

Huzur, saadet pek uzaklarda, Kaf Dağı'nın ardında zannedildiği için mi ne kolay kolay gülmüyor insanoğlunun yüzü Ali, Hasan dedeye döndü ve; - Hani bana bir şey daha anlatacaktınız! "Unutursam hatırlat" buyurmuştunuz. - Anlattım ya; "guguk kuşu" masalını. - Ondan başka demiştiniz. - İhtiyarlık, kusura bakma! Ha, evet evlat, şimdi hatırladım. Maşal

Ali sardığı emaneti itinayla Hasan dedeye uzattı...

Hasan dede, cüzdanını çıkardı, içinden bir deste para çekti ve derinden gelen bir huzurla saydı... Hasan Dede, ticaret üzerine Ali'ye nasihatler ediyordu: -İnsanları kandırarak, yanıltarak alışveriş yapmak olmaz. Öyle sahtekârlar, hiçbir şeyin de sahibi olamazlar evlât! Yalanlarıyla, dolanlarıyla ortada kalakalırlar. - !!! Her şeyin bir sonu, her

"Anlaşıldı, fiyatı da benim tespit etmem lâzım evlat"

"Böyle ders çıkar, diye anlatmadım Ali'm! Sadece guguk kuşlarına atfedilen masalı anlattım!.." Küçük Ali: - Demek "guguk" derken "ben buradayım, sen neredesin" diye eşlerini arıyorlar. - Kim bilir belki de öyledir... Bu yüzden köylere, şehirlere pek sokulmazlar. Yuvalarını insanlardan uzak ormanlık, fundalık yerlerde yapar, bahar gelir gelmez vadi

"Eyvah eyvah! Kurtlar belki çocukları da parçalamıştır!"

"Canım koyunlarımı, bütün davarlarımı kurtlar parçalamış! O hain çobanları gördün mü" Analık kadın çocukları ararken de hep kendi kendine söylenirmiş: "Bütün davarlarımı kurda yedirirsiniz ha!.. Şimdi elime düştünüz! Ah! Bir yakalarsam. O zaman ben sizi aç kurt gibi parçalamaz mıyım Yapar mıyım yapmaz mıyım görün!" Oradan yaşlı bir adam geçiyormuş

Güzel yüzlü kardeşler çağlayanı ve yeşil çayırları pek sevmişler...

Çocuklar, öyle temiz kalpliymişler ki çoban olmaktan pek şikâyetçi bile olmamışlar. Hanımının teklifini dinleyince kafası dank etmiş adamın: - Aklınla bin yaşa hanım! Ne şahane çare! - !!! Adam pazara gidip parası kadar koyun, keçi alıp getirmiş. Artık dünyalar güzeli bu yetim kızla oğlan çoban olmuşlar, kırda bayırda sürünün peşi sıra dolaşmışla

"İnsanın kendisi değil, yazgısı güzel olmalı!"

"Hikâye bu ya bir annenin bir oğlu ile bir de kızı varmış. Birinin ismini Ay, diğerininkini de Yıldız koymuş." Hasan dede, anlatmaya başlar: - Hikâye bu ya bir annenin bir oğlu ile bir de kızı varmış. Birinin ismini Ay, diğerininkini de Yıldız koymuş. Çok güzel çocuklarmış. Gören dönüp bir daha bakıyormuş. Halk arasında şöyle söyleniyormuş: "Bu ço