Ali sardığı emaneti itinayla Hasan dedeye uzattı...

Hasan dede, cüzdanını çıkardı, içinden bir deste para çekti ve derinden gelen bir huzurla saydı... Hasan Dede, ticaret üzerine Ali'ye nasihatler ediyordu: -İnsanları kandırarak, yanıltarak alışveriş yapmak olmaz. Öyle sahtekârlar, hiçbir şeyin de sahibi olamazlar evlât! Yalanlarıyla, dolanlarıyla ortada kalakalırlar. - !!! Her şeyin bir sonu, her gecenin sabahı var. Gecesi olmayan gün, kıyamet günü başlar. Küçük Ali, guguklu saatini itinayla topladı, sardı, sarmaladı. Hasan dede, gözlerini tavana dikerek biraz önce verdiği fiyatları sesli olarak topladı: - Beş yüz lira saatin sandığı, içinde makinesi var. Kuşların her birine ikişer yüz demiştik, iki kuş olduğuna göre dört yüz, sandıkla birlikte dokuz yüz eder. Kozalara da yüz demiştik hepsi bin, zinciri, muhtemel gümüştür, bu zincirle birlikte bütün saat bin elli Türk lirası eder. Anlaştık mı evlât - Peki efendim, çok para! Annem görürse şaşırır! Belki de inanmaz! - O zaman ben bir mektup yazayım. Adresimi telefonumu da not edeyim. Bir aksilik olursa bana gelirsiniz, tamam mı - Tamam efendim. - Ver bakayım antikamı! - Buyurun efendim. Hayırlı olsun. Güle güle kullanın. - Siz de parayı güle güle harcayın! - !!! Ali sardığı emaneti itinayla Hasan dedeye uzattı. O da pek kıymetli bir şey taşıyormuş gibi, incitmeden alıp bağrına bastı bastı. Cüzdanını çıkardı, içinden bir deste para çekti ve derinden gelen bir huzurla saydı. Bir daha birkaç banknot çıkardı ilave etti. - Ali'm al! Tam bin elli lira. - Çok para! Nereme koyayım - Bir dakika Ali'ciğim! Telefonu arayıp buldu. Oğlunu çağırdı. Fazla vakit geçmemişti ki uzun boylu, kumral dalgalı saçlı, temiz spor giyimli yakışıklı bir delikanlı içeri girdi. - Buyur babacığım, bir emriniz mi var - Oğlum, bu benim küçük kahramanım Ali. Kahramanım diyorum. Çünkü arabanın çarpıp kaçmasından sonra ilk yanıma koşan ve