Ragıp Karadayı

Türkiye

"Komiser Bey, kim olursa olsun, ben bana yakışanı yapmalıyım!"

"Çok hırslıydılar, başka bir şey demeden istediklerini yapıp çıkarken Hocam Alvarlı Efe'nin ilahisini mırıldanıyordum..." Durumu gören komiser fena hislendi. Gözlerinden akan yaşları göstermemek için sırtını döndü. - Ya kardeşim bu hırsız! Adı üstünde "hırsız" işte! İşi, mesleği bu! Senin her şeyin; bir kat elbise... O da ona göz dikmiş! Bu merha

"Bu telaşın arkasında bir şey vardı ama neydi!."

Ertesi günü karakoldan çağırdılar, gittim. Adamı hâkimin karşısına çıkarmak için bekleme salonunda tutuyorlardı. Gönenli Mehmed Efendi, ilahisini bitirince, katiller koğuşunun en bitirimi bile gelip boyun eğmiş, elini öpmüş: "Sen göklerden mi indin Baba! Seni bize Allah gönderdi! Başımızın tacı, gönlümüzün ilacısın gayri!" demiş, bu sözlerinden so

Kahrın da hoş, lütfun da hoş...

1940'lı seneler; din adamlarına karşı yoğun baskıların olduğu senelerdi Söz, bu gönül adamından (Gönenli Mehmed Efendi) açılmışken onlardan biraz bahsetmeden geçemezdi Hafız Lütfü. Çok emeklerini, yardımlarını görmüştü çünkü. Elbise, ayakkabı, bütün çamaşırlarını tedarik eder, ceplerine de ne eder eder üç beş kuruş koyardı. O paralarla sinemaya gi

Günleri hep dolu dolu geçiyordu artık İstanbul'u tam öğrenmişti...

Dün, koşturmacalı bir gün olmuştu. Fatih'te Kumrulu Mescid karşısında bir bakkal dükkânına uğradı... Osman Hafız: - Yok yok! Mevzu sizi konuşturmaktı. Tabii ki benimkisi şaka Lütfü Hoca. Biraz dalgındın rahatlatmak istedim. Maşallah, ilk geldiğin günler çoktan geride kaldı. Ben sana o gün ne demiştim - !!! - Sende azim var, gayret mükemmel! Gör ba

"Git kırtasiyeciden bir Elifba, bir de cep aynası al gel!.."

Köyün en sağlam hafızı, kaç sene imamlık yapmış adam, Elifbâ'dan başlatılıyordu. Bu nasıl ağırıma gitmişti. Ertesi günü yine aynı ders düzenini aldık. Bu sefer Mustafa Sak hocamız geldi. Asıl derslerimizi verecek hoca. Yine ilk isim beni çağırdı. Ayaklarım titremeye başladı. "E'ûzü" dedim, hemen sözümü kesti. Doğrusunu söyledi, Ona benzetmek için

O günleri anlatırken yeniden yaşıyormuş gibi hislenirdi...

Hayatının en mühim kırılma noktalarından biri bu şekilde başlamış İstanbul'un Davutpaşa Cami-i şerifinde İki Erzurumlu kol kola mağazadan içeri girdi. Boyuna, bedenine, yaşına ve bilhassa mesleğine münasip bir takım elbise, iki takım iç çamaşırı, gömlek, çorap ayakkabı bir de ince bir pardösü alıp çıktılar. Hiç beklemeden yürüme mesafesindeki bir

Bavulu içeri koyar koymaz, dışarı çıkması bir olmuştu!

Zimmet Hafız; Davutpaşa Kur'ân Kursunun kapısı önünde; selvi gibi dikilen adam silüetine dikkat kesildi! İnsan neyi eksikse onu diler ya kendine: "Ben huzur dilemekten yoruldum. Gölgesinde soluklandığım ağaçları saymaktan, zamanın ve mekânın ehemmiyetini hesaplamaktan, yürüdüğüm kaldırımların kırık taşlarını görmezden gelememekten dengemi kaybett

Hanımefendisi, dört çocuğu gözünün önüne geliverdi!..

Gayriihtiyari birkaç billurdan damlacık akıverdi Haydarpaşa Garı'nın soğuk mermerlerine... Hafız Lütfü "Acele etmemeliyim, yoksa kendimi kaybedebilirim Allah muhafaza!" deyip bir köşede aklını başına toplamaya çalıştı. "İstanbul'da her çeşit millet var. İpsizi, sapsızı, yankesicisi, yol kesicisi hiç eksik olmaz! Tabii ki mübarek âlimler, evliya za

"Bu macunu Kuddusi'ye de yapsak olur mu ana.."

Birkaç gün sonra Kuddusi kardeşimin vefat ettiğini görünce sevincim yarıda kaldı. Anacığım hemen kayınvalidesinin eline kapandı öptü, öptü... - Bu macunu niçin baştan yapmadık ki ana - Kız, güzel gelinim o zaman aklıma gelmedi. Buna da şükür. - Kuddusi'ye de yapsak olur mu ana - Onun yaraları kos bağlamadı ki - !!! İlk işim; Yaşar ablamların husu

Anacığım sevincinden ağlıyordu...

"Çok kısa zamanda istediklerini aldım geldim. Nenem, kabakların saplarını kesip çıkardı..." Hüsna Ninem, yaralarımın iyi olmayacağını anlayınca anacığıma dedi ki: - Hayriye; Gülsüm kaynanam hekimeydi, duymuş olman lazım. - Bilmiyorum ana, nasıl yani - Nasıl olacak bildiğin her çeşitten derde derman yapardı! Kırık, çıkık, kelliklere, kaşıntılara,