Bavulu içeri koyar koymaz, dışarı çıkması bir olmuştu!

Zimmet Hafız; Davutpaşa Kur'ân Kursunun kapısı önünde; selvi gibi dikilen adam silüetine dikkat kesildi! İnsan neyi eksikse onu diler ya kendine: "Ben huzur dilemekten yoruldum. Gölgesinde soluklandığım ağaçları saymaktan, zamanın ve mekânın ehemmiyetini hesaplamaktan, yürüdüğüm kaldırımların kırık taşlarını görmezden gelememekten dengemi kaybettim" diyor, ne yapacağına dair; bir türlü ilk adımını atamıyordu Hafız Lütfü... "Şimdi bana yırtık elbiseli, minik ayaklarında bayramlık ayakkabılarını gezdiren, minnacık bedenleri Hoşov'un, Keçesor'un, Aha'nın tozunu yutmuş, gözlerine bütün yıldızları sığdırmış masum Abdülkadir, Ragıp, Sagıp, Kuddusi'nin tozpembe hayallerini kafamdan ve de düşüncelerimden çıkartacak, hissiyatımı anlatabileceğim biri lazım yanımda" diyor ama imkânsızlığını da pekâlâ biliyordu. Derin rüyalarında filizlenen; taptaze kokularla bezenmiş, güneşin utanarak doğduğu, bulutların dile geldiği bir deniz sabahına rahat uyanması lazımdı ama buna nasıl muvaffak olacaktı Ne kadar duvara yaslı kaldı bilmiyordu. O kadar gürültüden sezdiği iki kelime aklını başına getirdi. "Sirkeci, Eminönü" Öyle ya Zimmet Hafız ona dememiş miydi "Haydarpaşa'da trenden indikten sonra Eminönü ve Sirkeci vapurlarına veya sandallarına bin, karşıya geç..." Fazla tereddüt etmeden kalktı, bavulunu aldığı gibi sesin geldiği istikamete koştu. Önüne ilk gelen sandala atladı, karşıya geçti. Geçti ama midesi bulandı, kusacak gibi oldu. Biraz daha yol uzasaydı hepten bayılacaktı. Neyse ki bu olmadı. Eminönü daha bir kalabalıktı. Aman Allahım! Yer gök insan, taksi, otobüs Yol bulunamıyor ki geçilsin. Kulağı çığırtkanlarda. "Samatya, Kocamustafapaşa" isimlerini duyar duymaz bu sefer de onlara doğru koştu. Bir dolmuşa bindiği gibi doğru Kocamustafapaşa. Oradan sonrası kolaydı. Hafız'a, "yürüme mesafesi" demişti. Davutpaşa Kur'ân Kursunun kapısı önünde; uzun boylu,