Anacığım sevincinden ağlıyordu...

"Çok kısa zamanda istediklerini aldım geldim. Nenem, kabakların saplarını kesip çıkardı..." Hüsna Ninem, yaralarımın iyi olmayacağını anlayınca anacığıma dedi ki: - Hayriye; Gülsüm kaynanam hekimeydi, duymuş olman lazım. - Bilmiyorum ana, nasıl yani - Nasıl olacak bildiğin her çeşitten derde derman yapardı! Kırık, çıkık, kelliklere, kaşıntılara, her türlü yaralanmalara bir çare bulurdu. Allahü teâlânın izniyle elbette. - Eee - Ragıp'ın yaralarına benzerlerine de merhem yaptığını görmüştüm. Gel bu uşaklar için yapalım. - Olur ana. Daha ne bekliyoruz - !!! Anacığıma cevap verip vermediğini hatırlamıyorum. Bu sefer bana döndü: - Ragıp'ım, tez bostana git. En büyük kabaklardan iki tane al gel. Ama o koç boynuzuna benzeyen saplarını atma bilhassa onları getir. - Peki nene dedim koştum. Bostana gidip gelinecek yolumun üzerinde iki kabristan vardı. Oralardan geçerken fena korkuyordum. Koşmamdaki sebeplerden biri de bu olsa gerekti. Çok kısa zamanda istediklerini aldım geldim. Nenem, o sapları kesip çıkardı. Nerede nasıl yaktığını hatırlamıyorum ama en son elinde simsiyah olmuş iki, üç adet kabak sapı gördüm. Onları keserin arkasıyla dövdü, toz hâline getirdi. Sonra tere yağla karıştırdı, macun yaptı. Başka bir şey karıştırıp karıştırmadığını da görmedim. Akşam yemeğinden sonra o macunla yüzümü kapladı. Başından tülbendini çıkararak yaraların üzerini iyice sardı sarmaladı. Sanki canlı canlı mumyalanmıştım. Öylece