Kahrın da hoş, lütfun da hoş...

1940'lı seneler; din adamlarına karşı yoğun baskıların olduğu senelerdi Söz, bu gönül adamından (Gönenli Mehmed Efendi) açılmışken onlardan biraz bahsetmeden geçemezdi Hafız Lütfü. Çok emeklerini, yardımlarını görmüştü çünkü. Elbise, ayakkabı, bütün çamaşırlarını tedarik eder, ceplerine de ne eder eder üç beş kuruş koyardı. O paralarla sinemaya gidenlerin olduğunu söyleyenlere: "Biz Allah rızası için, okusunlar diye veriyoruz. Zahiren sinemaya gitseler de o paralar, onları zararlarından muhafaza eder" der, dedikoduya mahal vermez, talebelerine itimat ettiğini söylerdi 1940'lı seneler; din adamlarına karşı yoğun baskıların olduğu senelerdi İncir çekirdeğini doldurmayan bahanelerle karakollara çağrılan, tehdit edilen, kitapları ellerinden alınan çok tartışılabilecek bir dönemdi anlayacağınız. İşte o tarihlerde bir bahaneyle İstanbul'dan Denizli'ye götürüldüğü zaman hapishane müdürü Gönenli Mehmed Efendi'ye; "Nasıl bir koğuşa vermemi istersiniz hoca" diye sorunca Gönenli "Size göre en kötüsü hangisiyse oraya koyun!" dedi. O günün zalim, gaddar gardiyanlarının da isteği zaten oydu. "Baba, sen istedin" diyerek, en acımasız katillerin kaldığı bir koğuşa tıkıverdiler. Maksatları; fazla eza, cefa çektirip işkence etmek, hayatından bezdirmekti. Girdiği koğuşta birtakım canilerin arasında kaldığını gören Hoca Efendi, şöyle bir etrafına bakındıktan