"Bu telaşın arkasında bir şey vardı ama neydi!."

Ertesi günü karakoldan çağırdılar, gittim. Adamı hâkimin karşısına çıkarmak için bekleme salonunda tutuyorlardı. Gönenli Mehmed Efendi, ilahisini bitirince, katiller koğuşunun en bitirimi bile gelip boyun eğmiş, elini öpmüş: "Sen göklerden mi indin Baba! Seni bize Allah gönderdi! Başımızın tacı, gönlümüzün ilacısın gayri!" demiş, bu sözlerinden sonra "koğuş kabadayısı" diğer arkadaşlarına dönmüş: "Çökün ülen!" diye seslenmiş. Kendisi de dâhil hepsi diz çökmüşler ve o andan itibaren koğuş bir medreseye dönüşmüş. Temel dinî malumatlar, Kur'ân-ı kerîm tilaveti; doğru bir iman ve itikat öğrenmiş, Hoca Efendi'nin sadık talebesi oluvermişler. Denizli civarında bulunan pek çok caminin imamı, bu katiller koğuşunda yetişmiş daha o zamanlarda. Cenâb-ı Allah, din-i İslam'a hizmet edenleri mahrum etmiyor, haksız yere cezalandırılsalar da birileri kalkıp onları baş tacı yapabiliyor. Zalimler öldü, onlar gönüllerde taht kurdular. Kim daha kârlı Gittiklerinde zaten görüyorlar. Gün boyu ders vermek, oradan oraya piyade yürüyüşü Hafız Lütfü'yü iyice yormuş, dışarının bitmeyen ayazı ise pek üşütmüştü. Davutpaşa kursuna pek bitkin dönmüştü o akşam. Dönmüştü ama kursta garip şeylerin olduğunu gördü, pek şaşırdı. Bir telaş, bir telaş ki sormayın! "Acaba ne var, talebelerden birine mi bir şey oldu" diye düşünürken, kapının demir parmaklılarını tutan hocasının hanımı: - Hafız Lütfü nerelerdesin a evladım - Yenge nerede olacağım malum derslerim Fatih'e gittim, oradan Sultanahmet'i dolaştım, ancak geldim. - İyi ki geldin! - Ne var yenge Fena telaşlısın - Bekle görürsün! - !!! Dediği gibi; "Bu telaşın arkasında bir şey vardı ama neydi" diye beklerken iki kuvvetli polisin arasında bir kara-kuru adamın elleri kelepçeli olarak götürüldüğünü gördü, şaşkınlığı daha da arttı. - Hayırdır memur bey! Nedir bu hâl - Ne olacak bu canavarı; bir garip talebenin elbiselerini çalarken yakalamışlar! - !!! Adamı çeke-sündüre götürürlerken bir müddet peşlerine bakan