Ragıp Karadayı

Türkiye

"Tihkat et Hafız Lütfü! Bah üstün başın çamur olmuş!"

"Ocağı yakmak için kuru kermelerden götürecektim. Selvi boyunu görünce, Hafız'a bir hâl hatır sorayım dedim." Bu havaları pek de özlemişti. Onun için olsa gerek çamura falan aldırdığı yoktu. "Kim ne der" diye düşünmüyordu... Ondan maada insan namına kimsecikler görünmüyordu ortalıkta. Tılsımlı sessizliği bozan ayaklarının çıkardığı tıkırtı ve uza

Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış, Nurlu ihtiyarın yanaklarında...

Hayatın manasını bilmeyen avare insanlar; bir yaprağın hafifliği gibiydi. Rüzgâr nereye savrulsa oraya gidiyorlardı... Rüzgâr ve yağmur birlikte olunca kurumuş yapraklar bir bir yerlere düşüyor. Her dalından kopan gazel, bir dönemin kapanışı, yeni birinin başlangıcı, hüznün ise habercisi oluyordu. Hem Aha, hem de bütün insanlık; artık sonbaharını

Hayal kurmak insanı kuvvetli yapıyor

Hayalin gücü; hürriyetinden ve sınırsız oluşundan geliyor. "İmkânsız" diye bakmamak lazım her şeye... Hafız Lütfü anlatırken gözleri sulandı: -Muvaffakıyetimin temelinde; hocalarımdan aldığım duâlar var. Onların bereketi ile olduğunu çok iyi biliyorum. Hiçbir hocamı, en ufak bir şekilde üzecek tek bir hareketim olmadı, elhamdülillah... Bu kadar mü

Hocam Hafız Halil'in gözleri artık iyice zayıflamış ve görmüyordu!

Hafız Lütfü'yü İd'e davet ediyorlar. Aslanpaşa Camisi'nde aşır okuyor. Bütün millet "Kim bu hoca" diye birbirlerine soruyor! Abdullah Amca sözlerini şöyle bitirdi: "Madem istişare ettin ben de açık söyledim hissiyatımızı. Buna rağmen imam olursan da bütün her şeyimizle yanında oluruz, ondan da şüphen olmasın. Benden demesi" Bu kalpten yapılan iza

Tandır başında geç saatlere kadar hasretlik giderildi...

Çay güğümü ocaktan hiç indirilmedi. Evde bayram vardı. Bütün Emingil neredeyse orada toplanmıştı... Köyünde ilk karşılaştığı anacığı olmuştu. O da hemen bayılıvermiş, sevincini yarıda bırakmıştı. Hüsna Ana, seferberlikten dönerlerken; beyi Hafız Yusuf'un eşkıyalar tarafından katledilmeye çalışılmasına şahit olduktan sonra bu illete yakalanmıştı.

Gördükleri, kokusunu duydukları ona hiç de yabancı gelmiyordu...

"Herkes derin uykuda galiba Böylesi pek de iyi oldu! Yoksa buralardan bavullarla nasıl geçerdim" dedi, yürüdü... Hafız Lütfü; iki bavulunu taşların üzerine koyarak Kahve Pınarından kana kana içti, elini, yüzünü yıkadı. "Bu suyu buraya getirenlerden Cenâb-ı Allah razı olsun. Oh, elhamdülillah! Bir nebze de olsa ferahladım" dedi, tekrar bavullarını

"Kaynanam hiç durmuyor, dün kete yapmıştı, bugün de horozu kestirmiş"

İstanbul'dan ilk gelişi tam bir sürpriz olmuştu herkese; çocuklara, hane halkına ve hatta bütün köylülere bile. Biraz sonra küflü ot, saman ve tezek kokularını duyacaktı. "İşte, duymaya başladım bile" dedi, burnunu tuttu gayr-i ihtiyari... Aha, eskiden nasılsa yine öyleydi; iki sene önce bıraktığı gibiydi tozlu yolları; dar ve karanlık... Kocaman

Alaca karanlık içinde aradığı evi tahmin etmeye çalıştı...

Kalbi yerinden sökülecek gibi olmuştu Hafız Lütfü'nün. Kamyon caminin yanı başında, geniş taş yolun ağzında durdu. Kamyon şoförü, Hafız Lütfü'ye döndü: - Sizin köy Göydağ'dan iyi bir de su getirdi. - Mektupta yazmışlardı Kahvepınarı. - Bakıyorum akapuka konuşmayı da öğrenmişsin hoca! - Bilmem! Şartlar zorluyor galiba. - Bizim aramıza bir girdin mi

Üzerinde bir tasarruf vardı ama tam anlayamıyordu...

Karanlık çökmeden köye ulaşmak isteğiyle yanıp tutuşsa da hâlinden memnundu Hafız Lütfü... Hafız Lütfü, medrese arkadaşlarından ayrılalı beri hiç hız kesip yavaşlamamıştı bile. Hepsi hesap edilmiş gibi peş peşe denk geldi. Daha doğrusu denk getirildi. Üzerinde bir tasarruf vardı ama tam anlayamıyordu. Karanlık çökmeden köye ulaşmak isteğiyle yanıp

"Ana duâsı almışsın sen kardaş!"

Sayılı günler ne de çabuk geçiyordu. İşte sanki o iki seneyi yaşamamıştı. Hafız Lütfü, Evvelâ, şeffaf bir sis gibi başlayan asırlık taş binaların gölgeleri altındaki bavullarını paytona yükleyip Kongre Caddesine doğru sürdürdü. "Erzurum'un kokusu da bir başka" deyip etrafa gülücükler dağıtıyordu. Çiçek Narman Palas oteline gitti. "Belki Narmanlı h