Ragıp Karadayı

Türkiye

"En çok da sizin hâlinize şaştım Sultan'ım!.."

İki elimi yanlarıma saldım başımı salladım ve ümitsizce; "İnanın Sultan'ım; hiç Cenneti, Cehennemi düşünüp ağlayan yoktu"Bu sefer isim vererek kimin ne taşıdığını sayıp döküyordum saf bir çocuk heyecanıyla:- Bak Sultanım! Şu başvezirin sırtında zeytin gözlü bir çocuk, bu ortanca vezirin de kocaman bir köşk vardıBen böyle söyledikçe isimlerini saydı

Sultan'ımız bilirdi garibin hâlini;şefkatle yaklaştı...

"Sustuğuna göre suçlusun! Hem kendine eziyet verdin, hem de saftakileri ve hatta bütün cemaati rahatsız ettin!.."Herkesin gözü üzerimde, elleri önünde bu yaptığıma "Sultan ne diyecek" diye merak içinde bekliyordu. Sultan'ımız konuşmadan kalktı, ön saftan arkaya doğru yürümeye başlayınca cemaat de sağa sola açılarak yol verdi. Az çok bilirdi garibin

Belki benim imtihanım daha ağırdı dışarıdakilere göre...

Sarayın içi uzun bir dehlize benziyor, etrafta birtakım acayip şeyler varmış gibi görünüyordu. Bir kenarda hiç durmadan akan su, şırıltısıyla ayrı bir güzellik katıyordu. Toz toprak kalkmasın, serinlik versin diye mi ne taban daima nemli tutuluyordu.İç avludan tahtın bulunduğu odaya geçmeden bir hizmetli karşıladı. "Efendim, herkes mescidde, namazd

İçinde hayat bulup ömür sürdüğüm Bağdat...

Biri diğerinin içine geçmiş iki daire şeklindeki surlarından dolayı "El-medînetü'l-müdevvere" adıyla da meşhurdu bu şehir...SIRTTAKİ YÜKLERHer şeyi değil, ahireti düşünmeli, orada başımıza geleceklere takmalıyız kafayı. Sıkça görüyoruz birilerinin musalla taşındaki son yolculuğa çıkışını. Bir gün bizim için de aynı merasimin yapılacağını niçin hesa

"Banakimi acıyor, kimi dalga geçiyor, gönül eğlendiriyordu"

Bir gün önlerinden geçtiğim bir topluluktan kulağıma şöyle sesler geldi: "Meczuptan başka ne beklenir Delidir, ne yapsa yeridir!"Kestiğim koyunları mahallenin birkaç yerine asınca, bu durumu gören ahaliye gün doğmuştu. "Bu adam iyice kafayı yedi!" diyor, her yerde benim deliliğimi söyleyip gülüyorlardı.Bir gün de önlerinden geçtiğim bir topluluktan

"Beni ikaz etmeden duramadın, yine büyük bir ders verdin!.."

Padişah yüzlerce insan beklerken dokuz kişiyle geldiğimi görünce rengi attı. Kızdığınıpekâlâ anladım...Emirlerini bir an evvel yerine getirme telaşındaydım. Dünyanın fâniliğini, ahiretin ebedî kalınacak yer olduğunu hissettirebilmek için zaman zaman Sultan'ımızı fazla hırpalıyordum; biraz gönlünü alayım, rahatlatayım istiyordum. Bu düşünceyle akşam

"Neyi kastettiğinizi anlayamadım!"

Gözlerimi açmaya zorlanıyorum, aksine iyice sıktığımı fark edip kendi kendime kızıyorum!Bazen yatağımın başında fısıldaşmalar duyuyorum!Bazen bu dünya hayatımla münasebeti olmayan görüntüler... Sonra ani bir uyanıklık, şuursuzluk ve mazime dair bazı hatıralar. Dikkatimin birdenbire artmasına seviniyorum. Mühim bir hadise bekleme hâli var. Neden son

"Müsaade ederseniz birsuâlim daha olacak hünkârım..."

BakBehlül! Nuşirevan-ı Âdil ne diyor "Zulüm yani adâletsizlik devlete, nankörlük ise nimete zeval getirir yani son verir."Damdaki adam, hiç pes edecek gibi değilmiş: "Ey hükümdar! Damda deve aranmaz da, atlas yataklarda Cennet nasıl aranır" deyip son noktayı koyuvermiş.- Eee, sen de bana mı aynı şeyi demek istiyorsun Yani İbrahim Edhem gibi tahtımı

"Güzel sözde hikmet tesirivardır fakat çabuk unutulur Sultanım!"

"Behlül, bana yine bir ders vermek istiyorsun ama yani öyle garip hareketler yapmadan veremez misin"Tek başıma kaldığım yerden canım sıkılmasın diye etrafımı seyretmeye başladım.Başımı çevirip aşağıya ovaya baktım. Geniş bir düzlük; bazı yerlerde yeşilimsi, bazı yerlerde sarımtırak ve ufuklara doğru mor renklerle dalga dalga alabildiğine uzanıyor,

O eşsiz güzellikleri seyrediyor ve tefekküre doyamıyordum...

Karşımda sessiz akan Dicle Nehri Asırlar boyu aynı ahenk ve sadakat ile başını taştan taşa çalarak koşuyor daha büyük deryalara..."Aklım kifayetsiz kalıyor" diyorum her birini ayrı ayrı düşündükçe. Nasıl kifayetsiz kalmasındı ki Çoğu ağaç benden yaşlı olmasına rağmen her biri tam teslimiyet içerisinde; ne vazife vermişlerse harfiyen o denileni yapı