Ragıp Karadayı

Türkiye

"Hakkında şikâyet var Behlül! Birtüccarıniflâsına sebep olmuşsun!"

"Adamcağız tavsiyelerine uymuş, dediklerini yapmış o ticaretten de iflâs etmiş. Şimdi perişan. 'Ona itimat etmiştim, beni kandırdı' diyor."Harun Reşid:- Taş mı yoksa kuş tüyünden bir şilte mi Orasını kimse bilemez.- Bana taş mı atıyorsun- Ne haddime!- Pek, niçin geldiğimi sormuyorsun- Estağfirullah! Mülk sahibine, niçin geldiği suâl edilir mi- Hakk

Hayallerimle beraber, hislerim de yıkılıp moloz yığınına döndü!

Arşa yükselen acılarımı yerinde müşâhede ettim ve bir o kadar da ders çıkardım...Hatalarımı tashih ettim, kusurlarımı epey düzelttim...Ne demişti muhterem Hocam:"Mâneviyat inşâ ederken, evvelâ kalbin ve zihnin temizlenip boşaltılması lazım evladım..." Tohum atacağın yeri, evvelâ çeriden çöpten temizliyor, sonra da düzgünce yerleştiriyorsun. Bu işle

"İnsanoğlu noksanoğlu" desek de oldukça karmaşık bir mahluk!

Çok tabuları yıktığımı, nefsimi perişan ettiğimi sandığımda daha kuvvetlice çıkıp geliyordu önüme bu nefis denilen iç düşman!Hayatımın bu faslı nispeten kolaydı. Asıl zorluk, sonrasıydı, yani işin ucunda "Meseleyi biliyorum!" diye ortaya çıkıp nefsinin zebunu olmak da vardı. Atıp tutmanın ötesine ebedîsaadete giden yolu bırakmamalıydım. Maksadım oy

Yaptıklarıma fedakârlık demeyeutanır oldum bundan sonra...

Büyüklerimden duymuştum: "Kelebeğin kaderi, çiçeklerin tohumlarının taşınmasını sağlarken can vermekmiş."Renklerin itinayla yan yana gelişine, yıldır yıldır ışıyan parlaklığına, tarifi yapılanmayan desenlerine hayranlık duymamak elimde değildi. İnsan sayısız mahlukattan yalnız kelebeğe kalp gözüyle bakabilseydi, bizleri yoktan var eden Rabbimizin k

"Çok canımı acıtsa da doğru söylüyorsun Behlül!.."

Harun Reşid: "Âmîn âmin, ecmâin. Bu güzel duâlara can-ı gönülden iştirak ediyorum. Bunları niçin anlattın Behlül"Harun Reşid:- Çok canımı acıtsa da doğru söylüyorsun Behlül!- Sevgili Peygambersallallahü aleyhi ve sellemi anlamayanlar ise ne durumda olurlarsa olsunlar her bakımdan sapıtmış demektir. Ömrümüzün kalanında Hak teâlâ, Sevgili Peygamber E

"Sen neler söylüyorsun Behlül"

Eğer bir cemiyet ya da milleto şanlı Peygamber Efendimizi tam olarak anlayamamışsa...Behlül Dânâ:- Sırası mıydı, değil miydi bilmem Sultan'ım Eğer bir millet, Sevgili PeygamberEfendimizin, sallallahü aleyhi ve sellemin sadece; boyunu posunu, kilosunu, yani şemâil-i şerifini, saçını ve nasıl taradığını merak ediyor da faizi nasıl ayakları altına ald

Burada baharın geldiği o kadar belliydi ki...

Güneş yutan ruhsuz ceset gibi ağaçlar, yeşil libaslarıyla düğüne gider gibi süslenmişler, etrafa huzur saçıyorlardı.Hocam bir gün "İnsanların hâlleriyle hâllenmek büyük bir meziyettir. Her insanın düşeceği zaman bir desteğe, hele hele tebessüme daha çok ihtiyacı vardır" der, bizlere olmamız lazım gelen yolu gösterirdi. Onlar lafta değil hakikaten d

Etrafımı seyrettim muhtelifdüşünceler içinde...

Havanın güzelliğinden dolayı çoğu vakitler dışarıda oturuyordum. Çığlık çığlık bir martı bulutunun içinde hissediyordum kendimi.Kendi kendime "Ohhh! Bu bahar denilen mevsim ne kadar da güzel ya! Pırıl pırıl sema, üzerinde nardan bir kocaman küre gibi güneş, altın huzmelerini üzerimize üzerimize salıyor! Her taraf masmavi ve bir o kadar da kızıl...

Çocuklar ihmale gelmez, eğitimasla boşluk kabul etmezdi...

Nice Abdullahlar yanlış yönlendirmelerin kurbanı olmuşlardı. Nice temiz evlatlar, çelik çomak oynayarakziyan olmuyorlar mıydıBizim Abdullah, birçok mevzuda hayrette bırakmasına rağmen iki mevzuda beni düşüncelerden düşüncelere de sevk etmişti:Şimdi diyeceksiniz ki "Acaba ne yaptı da bu adamı seni böyle hâlden hâle soktu" Böyle düşünmekte haklısınız

İşin mânevî tarafını düşünerek'hayır'diyemedim çocuğa...

O iri elâ gözlü, ufacık tefecik, Abdullah ismindeki; kendi küçük, yüreği kocaman çocuk, olmayan aklımı da alıp götürmüştü...Kulübeme açık, sakin bir yaz sabahı uğramıştı masum çocuk. Dışarı çıkmama fırsat vermeden "Hocam, ne vakittir sizi arıyordum. Sormadığım adam, gitmediğim yer kalmadı. Son olarak uğradım, eğer bugün de bulamasaydım sarayın yolu