Ragıp Karadayı

Türkiye

"Siz de anne baba olun o zaman anlarsınız"

Eşref-i mahlûkat olan insan, yeryüzündeki canlıların en kuvvetlisi olmasına rağmen, doğduğu anda en zayıfların başında geliyordu. Belgesellerde seyredenimiz çok olmuştur; bazı hayvan yavruları doğumdan hemen sonra, bir kısmı da kısa bir zaman sonra ayağa kalkabildiği, ihtiyaçlarını karşıladığı hâlde insanoğlu ancak, doğumundan birkaç sene sonra bu

"Sağlam bir yuvanın temel harcı çocukmuş meğer"

KIZIM GELİYOR...Yaz mevsiminin gözde üçlüsü; deniz, kum ve güneş birlikteliğinin doya doya yaşandığı sıcak günlerin ardından güze girmiştik. Mekteplerin açılması, tatilden dönenlerin yeni enerjiyle işlerine başlamasıyla şehir hayatı da en üst seviyede canlanmıştı. Işıl ışıl vitrinler, sonbahar renkleri içinde gece hayatı gençliğe heyecan veriyordu.

"Şimdiki gençleri anlamak hakikaten imkânsız gibi!"

Doktor Nefise Hanım:- Öyle olsa da evliliğin bir farkı var Jale hanımefendi kardeşim. Önceden mizaçları, örf ve âdetleri farklı iki ayrı ailenin iki ayrı ferdiydiniz. Şimdi gayesi, maksadı bir olan ailenin, tek olmuş fertlerisiniz. Şunu bilin ki evliliği, önceki hayatınızdan kesip koparmazsanız devam ettiremezsiniz! Yani hem bekârmış gibi mesuliyet

"Hanım, galiba kalbini kırdım, özür dilerim"

Kadıncağız kocasının bağırmasına itiraz etmeden ve hiç sesini çıkarmadan kurmuş sofrayı ve "Buyur bey, afiyet olsun..." deyip davet etmiş nazikçe de...Adam, hışımla sofraya oturmuş, iştah kabartacak bir zevkle ağzını şapırdata şapırdata yemeye başlamış. Yemek tuzsuzmuş. Birkaç lokma yedikten sonra "Bu ne biçim yemek Tuzsuz!" demiş, karısından tuz i

Kendimin zıddı, yine kendimdim!..

Sık sık "Unutursan unutulursun..." derdi anneciğim... Bazen havanın güzelliğini, serin bir rüzgârın esişini, akkelebekler misali gri semadan uçuşan karın yağışını, yağmurun sesini, aşkı, acıyı ve nefreti dahi unuttuğumuz olurdu dünya telaşından. Unutmak insanoğlunun fıtratında var galiba. Yaşamadan yanına kâr kalan bir hayal kırıklığı olur ve sen h

Her bakımdan kendimi zavallı hissediyorum...

Tanju ile evlenip yuva kurduktan sonra biriktirdiğim düşüncelerim, kırgınlıklarım, serzenişlerim var ve gittikçe de artıyordu. "Nereye atabilirdim Nerede, kime, nasıl, ne diye gösterebilirdim bunları" diye düşünüp duruyordum.Nasıl mıİşten yorgun argın geldiğim odamda otururdum tek başıma, etrafımı inceler, içten içe kurardım kendimi. "Doluya doldur

Gelmesi bıkkınlık veren yarınları bekler dururduk

Aslında "karanlık" dediğim kimine göre bir sır, bazılarına göre kendini saklayış veya uzağı seyrederken ışığı aramaydı. Belki de bizlerden hiç ayrılmayan gölgemizdi, hep takip eden, köşe bucak seyreden, icabında iç sesimizi gizli gizli dinleyenimizdi de bizim bundan pek haberimiz olmuyordu.Şu veya bu şekilde işte korktuğum bu zifiri karanlığın üzer

Onunbunun dediğinebakarsan hayatını yaşayamazsın!

"Aklım erdiğinden beri okuyorum Tanju. Bunların hepsi de fena fikir değil ama tiye almasınlar çocuğumuzu!.." Tanju:- Bak göstereyim. Senin ismin ilk hecesi "JA" benimkisi "TAN..." Kız olursa "TANJA" erkek olursa "JATAN..." Zaten bir yolunu bulur düzeltirler; Tanja'yı "TANYA" Jatan'ı da "VATAN" yaparlar, olur biter. Bilmez misin bizim milleti Ya da

"İsim koyma konusunda herkes, senin benim gibi düşünüyor..."

Gece geç saatlere kadar güldük, doğacak bebekten söyledik. Tabii ilk aklımıza gelen çocuğun kime benzeyebileceği oldu. Güzel olacağında hemfikirdik. Sonra iyi bir isim bulmak için yarıştık. Ne isimler düşündük ne isimler... "İşte kız olursa şöyle bir isim koyalım, erkek olursa böyle..." diye mütalaa ederken iş döndü dolaştı, orijinal isim olmasına

"Beyime bakalım nasıl bir müjde götüreceğim.."

Ana karnındaki bebek, karanlıkta dokuz ay on günlük gelişimini tamamlıyordu. Toprağın rahmine düşen her bir tohum için yeşerebileceği yer de karanlık olmalıydı. Karanlık, dönüşü olmayan bir yer değil, tam aksine aydınlığa çıkmanın ilk basamağı, son durağıydı. Bütün tohumlar karanlıkta kök salıp gelişiyor, sonra ışıltılı dünyaya selâm çakıyordu. "Ac