Ömer Erdem

Karar

Niçin yanıyoruz ya da bitmeyen cehennem...

Modern zamanlar daha bir planlama işidir ve planı programı yapılmayan her gelişme sonunda felaket getirir. Her yıl yaz geldiğinde Ege'den Akdeniz'e, Marmara'dan Batı Karadeniz'e değin pek çok bölgede orman yangınları çıkıyor ülkemizde. Ve bu yangınlar büyük plansızlığımızın ateşini gösteriyor. Uğradığımız mal ve can kaybının sınırı yok. Doğada oluş

Gökten yağan un on gram saçlarımda…

Dedem çocukluğumda beni de değirmene götürürdü. Giderken bağımızdan üzüm yolmak ve merkeplerin meraklanıp semere yüklenmiş çuvallardan birine diş geçirmesini önlemek benim vazifemdi. Akşam gün batarken yola çıkılır kasabamıza birkaç kilometre uzaklıktaki Dere Kasabadına karanlıkta girilirdi. Torosların karlı zirveleri Çarşamba Çayını besler ve bu s

Yarının geçmişi…

Pilea çiçeğine Çin Para Çiçeği ismini de koymuşlar nedense. İlkin pek anlam veremiyorsunuz bu yavru fil kulaklı bitkiye hangi sebeple bu ismin verildiğine. Sonra, onun yerini sevip yavaş yavaş kendi içinde gönenip adeta bir iç koloni ruhuyla büyüdüğünü görünce anlıyorsunuz. Hele soğan erkeği gibi tohum direkleri çıkarıp kendi dibinden pıtrak pıtrak

Çok sıcaklar az gölgelikler…

Sıcak da soğuk da s harfiyle başlar dilimizde fakat asla birbirlerine benzemez. Tek benzeş yan soğuğa düşenin sıcağı, sıcağa kalanın soğuğa hasret kalmasıdır. Tersinden bir hasretten söz edilebilir. Sıcağa düşkünlerle soğuğa müptela olanların nasıl mizaçları farklıysa kış gelince yazı, yaz gelince kışı özlemek de zıt fakat insanca haller arasındadı

Barışırken de vatan olmak...

Ölüm sadece eski dünyada değil modern zamanlarda da hep yüceltildi. Halife, Kral,Hükümdar, Komutan, Führer, Mareşal vasıtasıyla yüzbinlerce insan vatan uğruna savaşmaya çağırıldı. Haritalar kadar duygularla da bölüşülmüştü böylece yeryüzü. Din ve dil sınırları belirleyiciydi. Moğollar benzeri bir felaket silgisi gibi çalışan ölüm akınları da yaşand

Eskişehir spor, eski şehir spor

Haydar Ergülen bilmez benim Eskişehirdr 1980'lerin ortasında yaklaşık bir yıl yaşamışlığım vardır. Kalabak Suyu, Has Hamamı, Lüle Taşı ( televizyonda çalıştığım yıllarda bir kazıcıyla kuyuya bile indim) Madımak Pastanesi, Doktorlar Caddesi, Hamamyolu, Bademlik, Muttalip Çayırı, Esnaf Sarayı aklıma geldikçe daha sayarım. Nohut yemeğine kanarya denil

'Düşüncelerin Gün Batımı'na Zeyl

Emil Michel Cioran'ın ne cinsten bir yazar ve düşünür olduğunu okurlar yakından bilirler. Sadece biyografisinin çarpıcılığıyla bile ilginç bir karakter sayılan Cioran, doğudan batıya gitmiş orada kendini bulduktan sonra tekrar doğuya dönmüş bir düşünür gibidir. Bu bağlamda kendi anadili Rumence yazdığı 'Düşüncelerin Gün Batımı' dilsel olduğu kadar

Özgürlüğün şeffaf sınırı, vicdanın derin yarası...

Terörist İsrail devleti değil bina iskeletlerini çökertmek yıkıntı köşelerindeki el izlerini bile sildi Gazze'de. El izi başka ize benzemez. Siz gitseniz bile o orada sizi bekler. İnşaat demiri filizleri bile geceden sabaha gözyaşı döktüler, ihtiyar, kadın, çocuk inlemelerini duydukça. Gökten güneş değil, mavilik değil, kuş değil kara sisle ölüm ak

Tiflis'te birkaç gün...

Bu mevsim dayanılmaz sıcak değil nadir görülür şeker gibi bir hava vardı. Çoktan çiçekten kesilmişti ıhlamurlar fakat eski Tiflis sokaklarını karşılıklı birer şemsiye gibi gölgeliyorlardı. Dünyanın gidebildiğim her şehrinde olduğu gibi yine sabahın altısı benimdi. Avlulu geniş evlere açılan loş geçitler, her zaman fedakar kadınlar, üç beş sakin köp

Kim güvende

Gelip duvarına çarptığımız zaman bize gösterdi ki insan güvenli değilse hiç kimse ve hiçbir yer güvende değildir. İnsanın tekinsizliğini gidermeden ne akan suyun ne esen rüzgarın ne de uçan kuşun huzuru bakidir. Varsa dünyada bir hüner ilkin her bir insanı güvenli varlığa dönüştürmektir. Doğanın zayıf canlısı olarak insan başta tabiat olayları olma