Barışırken de vatan olmak...

Ölüm sadece eski dünyada değil modern zamanlarda da hep yüceltildi. Halife, Kral,Hükümdar, Komutan, Führer, Mareşal vasıtasıyla yüzbinlerce insan vatan uğruna savaşmaya çağırıldı. Haritalar kadar duygularla da bölüşülmüştü böylece yeryüzü. Din ve dil sınırları belirleyiciydi. Moğollar benzeri bir felaket silgisi gibi çalışan ölüm akınları da yaşandı sınırlar arasında. Onları korumak ve yeri geldiğinde genişletmek gerekiyordu her toplum için. Adeta hayat, ölüm denilen cennetin belirsiz hatta karanlık aleminden dünyaya sızıyor sonra da bayraklaştırılıyordu. Ölüm adına emir verip emir alanın da derecesi onu, ölümü ne ölçüde göze alabildiğine bağlıydı. Toprağın kendisine has bir ilahiyatı vardı ve 'Toprak eğer uğrunda ölen varsa vatandır' görüşü ağır basıyordu. Sizin ülkenizde kimsenin toprağına göz dikmeden yaşamak istemenizin hükmü yoktu. Sizinkine kolaylıkla göz dikilebiliyordu çünkü. Kapitalizmin yükselişi ve ulus devletlerin doğuşu büyük parçalanmalarla geldi. Emperyalist dalga cetvel ile ulus, sınır ve vatan icat etti.Görülmemiş derecede ölüm gerekçesi demekti bu. Uluslar yine birbirleriyle daima savaştılar. Bunca zaman içinde ne dünyanın bir gram ağırlığı azaldı ne rüzgarın ne de suyun huyu değişti. Huyu değişmeyen nesilden nesile zamandan zamana toprağa damarlarından kan akıtan insandı.

Ve sadece nadir zamanlarda yeryüzü insana yakışır sulh mekanı olabildi. Gelecekte de en büyük mesele belli ki güvenlik olacak ama gökyüzünün savaş mekanı olarak öne çıkması toprağı daha sembolik bir alana kaydırdı. Uzun menzilli füzeler hayalet savaş uçakları için sınırlar anlamsız. Bugün vatan denilince sadece toprak anlaşılmıyor. Ortak bir yaşam kararı da özellikle devreye giriyor. Bu ölmenin ve uğruna mücadele edilecek değerlerin de yaşamak adına gözden geçirilmesi demektir. Güvenlik kaygıları birlikte yaşamanın kaçınılmazlığıyla savaş tortularını çözüyor.

İnsanın, milletin, üzerinde yaşadığı toprağı vatan bilmesi güzel ve gereklidir. Kişinin ve toplumun ortak idealleri ve geçmiş paydası vatan için birleştiğinde arada doğan sinerji uygarlık niteliği taşır. Fakat bugün söylenmesi gerekir ki bir vatan, uğruna öldükçe değil onun için yaşadıkça vatandır. Yaşam, aklın güneşiyle aydınlanmışsa orada ve hak hukuk temelli özgürlükçü ve demokrasiye bağlı bir düzen kurulmuşsa ne mutlu insanlara. Hele savaşın çöllerinde, derin vadilerinde uzun yılların, denizlerin nehirlerin yaman boğazlarında, yüzbinlerce canı bir gecede donduran dağ eteklerinde gün geçirmiş, ocak üstüne ocak söndürmüş bir millet olduğumuz ve nihayetinde Anadolu ülkeysine tutunmuş bir millet olduğumuz hatırlandığında kimse bizim kadar ölmemiştir. Vaktin hafızasında geçmiş günlerin hatıraları yaprak olup sararmadı. Son kırk yıldır da her sabah yatağımızdan ölümün gölgesiyle uyanıyoruz. Etrafımızdaki bölgesel sorunlar varlığımızın niteliğinden bağımsız değil. Geçen kırk yılda hemen herkes sonuna kadar bedel ödeyip öldü Anadolu için. Ne ölümün dumanı söndü ne yaşama şevkinin güneşi battı. Eksildik fakat şairin 'bileylene bileylene tükenen bıçak' benzetmesinde olduğu gibi keskinliklerin tüketişini yaşadık. Akıl işi değildi hiçbir şey. Tükenen kendi gövdemiz azap çeken ortak ruhumuzdu.