Eskişehir spor, eski şehir spor
Haydar Ergülen bilmez benim Eskişehirdr 1980'lerin ortasında yaklaşık bir yıl yaşamışlığım vardır. Kalabak Suyu, Has Hamamı, Lüle Taşı ( televizyonda çalıştığım yıllarda bir kazıcıyla kuyuya bile indim) Madımak Pastanesi, Doktorlar Caddesi, Hamamyolu, Bademlik, Muttalip Çayırı, Esnaf Sarayı aklıma geldikçe daha sayarım. Nohut yemeğine kanarya denildiğini de unutmam. Ciğer yahnisine yapan lokantaların da kokusu burnumda. Elbette o yılların sisli soğuğunu, yazın tozunu, Eskişehirspor oyuncularının geçmiş günlere hasretle yanık bakışlarını da bilirim. Çok derin ve kalıcı dostluklarım oldu. Mustafa Keleşoğlu ile Ekrem Sağıroğlu'nu, elbette Nezir Asaroğlu ve Ebubekir Sarı'yı not ederim. Vişnelik'teki simit fırınlarını, Yenikent sitesine taşınmamızı bir bir kanatlandırırım. Eski otogarın etrafına kümelenmiş dükkanlar, ayakkabıcılar, sinemalar, köfteci, turşucu, bozacı ve dahası henüz Sarar markası olmamış kıyafetçiler bile hafızamda. Şiir, ya şiir, işte orası Haydar Ergülen'in hikayesi kadar uzun ve esaslı.
Ne iyi etti ne güzel yazdı, bekleneni yaptı Haydar Ergülen ve 'Eski Şehir Spor' u hem üçe ayırdı hem de imgesiyle tekte birleştirdi. Ayrıca, unutmadan yazayım, vaktiyle bana da Burhan Sakallı'nın hediye getirdiği bir Es Es forması vardı, çubuklu. Kim bilir nereye uçup gitti. Futbolun ne türden bir tutku olduğunu hatırlatmaya gerek yok bir şehri sevme ve ona tutkuyla bağlanma yoludur. Anadolu şehirleri, ilçeleri futbolla birleşir, ayrılırlar. Haydar Ergülen futbolu ve Eskişehirspor'u bir yazı mıktanısı gibi kullanıyor kitapta. Bir vatan duygusuna varmak için ( milli maç gibi) önce futbolu yuvarlıyor araya. Semt ile Vatan, Çocuk ile hayat arasında ipek iplerden dikişler atıyor. Dahası, her zamanki anıştırma, bağdaştırma, sarıştırma ve kavuşturma taktiği ile eski şiir ile eski şehir arasında kaş göz oyunları kuruyor. Sevdiği kıza uzaktan ayna tutan yarım asır evvelki delikanlıların neşesini taşıyor.
Nazım Hikmet'in 'Memleketimden İnsan Manzaraları' tren ile başlar ve lokomotif şiirdir her bakımdan. Haydar Ergülen de, sacayağını en sağlam yerden çatıyor. Haydarpaşa- Eskişehir- Ankara. Bundan sonrası ver elini Şam,Kudüs. Kars'a değin tüten bir yol kıvrımı bile girer işin içine. Anadoluyu kuran 'avlu'dur esasta. Benim çocukluğumun değil ama zaman zaman yolumun geçtiği Konya'da da çoktu avlulu evler. Avlu duvarı hep bir kalp kalesi duygusu vermiştir bana. Orta Asya'yı dolaştığımda, Semerkant, Buhara, Fergana Vadisi ne varsa yüz sürdüğümde bütün Sovyet rejimi boyunca avlunun 'kalp kalesi' vasfı taşıdığını tekrardan görmüştüm. Avlu, Eskişehirde de, Ergülen'in çocukluğunda da 'narın kabuğu gibi korumuş diş diş' meyveyi. 'Benim orada bir virgülüm, bir avlum, bir çocukluğum, biraz da gençliğim var, bir de bozkırda bir köyde babamın yanında ayrılmış mezar yerim var' der şair, sözü dokurken, dokunuklaştırır.
Haydar Ergülen, denemeciliğimizin çelebisi, Altıncı Şehir müellifi Ahmet Turan Alkan'a da göz kırptıktan sonra, Eskişehir'de, eskiden yeniye, rüzgarda salınan söğüt misali gidip gelir. Ne över tam ne yerden yere vurur. Ne hemşehricilik yapar ne de yaban durur. Elimde olsa bugün Türkiye'nin her bir şehrini bir şaire yazdırırım. Atakan Yavuz'a Amasya, Ali Ayçil'e Erzincan, Birhan Keskin'e Kırklareli, Şeref Bilsel'e Rize, Cevdet Karal'a Of, Adnan Özer'e Tekirdağ, kendime İstanbul, İsmail Karakurt'a Yozgat, Hilmi Yavuz'a Siirt, Baki Asiltürk'e Adana, Ebubekir Eroğlu'na Malatya, İbrahim Demirci'ye Konya, Ahmet Telli'ye Ankara,Şükrü Erbaş'a Kırşehir, Seyyidhan Kömürcü'ye Mardin, Ercan Yılmaz'a 'Ada', Bejan Matur'a Maraş düşsün isterdim. Şükür ki şehirimiz gibi şairimiz de çok. Gerekirse bir şehri iki şaire yazdırırdım. Bu çevrimde Eskişehir elbette Haydar Ergülen'in önünde dururdu. Enis Batur'u törenle Kars'a yolculardık, İzmir'i Asuman Susam'dan beklerken.